Yapma sayın başkan…
Hırsına yenik düşme.
Koltuğun cazibesine kapılıp, bu ülkenin geleceğini heder etme.
Bir çimdik at emellerine, dizginle onları, bu güzelim ülkeyi karanlık risklerin dehlizine ittirme.
Bana kalsa, şu ana kadar çimdiklemediğin hırsını, çimdiklemekle kalmam,  bir çırpıda ısırır, yok ederim.
Gerçek bir yurtseverlik sınavı tam önünde duruyor sayın genel başkan.
Ya kişisel ikbal, koltuk vs…
Ya da ülkenin aydınlığa yürümesine omuz veren bir yiğit kişi.
Seç sayın başkan.
Çok az zaman kaldı.
Ya herra; ya merra…
Atı alan Üsküdar’ın tepelerine tırmanmak üzere, lütfen.
Dünkü haberlerde vardı:
*** Tam 11 kez seçim kaybetmişsin sayın başkan.
Bir tek seçim zaferin var: O da, kaset, falan filan.
Ve sadece kendi partinin içinde, zar-zor.
Bu ülkenin aydınlık insanlarını 12. Yenilgiye mahkum etme.
Mustafa Kemal paşanın büyüklüğü tartışılmaz.
İsmet Paşa ise, demokrasinin bu ülkeye yerleşmesi uğruna, Çankaya’daki koltuğunu [lütfen dikkat: Milli Şef koltuğunu] arkasına bakmadan terk etti ve gidip kendi mütevazi evine oturdu.
Bu iki yüce insan Devlet adamı idi.
Kendi kişisel çıkar-ikbal-vitrin’leri için değil, ülkeleri için siyasetin içindeydiler.
Bir sıcak savaştan çıktılar, diğer sivil mücadelenin içine katıksız daldılar.
Bu gerçekleri tekrarlamaya gerek yok; siz de pekala biliyorsunuzdur.
Ve siz onların kurduğu partinin genel başkanısınız; hatırlayın!

İşte pek sayın başkan şimdi tam da o hatırlama noktasındayız:
Yarın;
*** Ya, her şey çok güzel olacak.
*** Ya da [söylemeye dilimiz varmıyor:] Bu güzelim ülke o karanlık uçurumun dibine doğru yoluna devam edecek.
Bu yazı bir yurttaş sorumluluğunun gereğidir. Bağışlayın.
Son sözümüz:
Lütfen, sayın genel başkan.
*** Lütfen!