Savaş sadece birileri için, barış tüm insanlık içindir. Hatta bunu biraz daha genişletirsek; barış doğa ve tüm varlıklar içindir diyebiliriz.

Mustafa Kemal Atatürk; “Ulusun hayatı tehlikeye girmedikçe, savaş bir cinayettir.” Demişti.

1985 yılında yazmış olduğum “ÖLÜLER BELDESİNDE” adlı uzun şiirimin son bölümünü saygıdeğer okurlarımla paylaşmak istiyorum:

…………………………………………………………………..

Bilmem kaçıncı gencecik ölü…

İler-tutar yanı yok!

Sonradan birleştirilmiş,

Bedeninin tüm parçaları.

Kocaman napalm yarası sırtında…

Kendi kaburgaları bıçak olmuş,

Saplanmış ciğerlerine!

 

Ay savurdu karanlık bulutları,

Sevişmekten yorulunca gece kuşu;   

Karanlıklarda söndü çığlıkları!

Çocuk bu beldeye gelmeden önce;

Minnacık, sevimli ve tatlı bir çocuktu!

Savaş kararları verenlere uzak,

Erkenci ölümlere yabancı…

Cıvıl cıvıl, yaşam dolu.

Kanlı oyunlardan habersizken;

Yüreğinde sevgi, dünyalar kadar!

 

Bir güzel akşamın olgun serinliğinde;

Günbatımı ateşe boğuldu!

Sokaklar çığlık çığlığa…

Evleri ansızın vuruldu!

 

Saldırıdan dönerken uçaklar,

Koca bir kent yüzükoyun,

Derman kalmamış dizlerinde.

Ateş ve kan gölünde,

Avuçlarında çocuk ölüleri!

 

Güneş emen topraklar,

Geceye karanlığını kusuyordu.

Toprağın karnında insan ölüleri,

Susuyor ve hep susuyordu!

 

Çizgilerle belirlenmiş bir şekil,

Konuşanların yanına geldi.

Yer açıp buyur ettiler,

Çünkü o, mezarsız ölülerdendi!

Beş-yedi cephanelik nöbetçisi,

Karanlık batarken gözlerine,

Yorgunluk dörtnala yürüdü teninde.

Gölgeler gece giysili,

Duyamadı ayak seslerini.

En korkunç patlamaları,

Art arda kustu cephanelik.

Işıdı her yer alev alev!

Eridi taş duvarlar,

Demir kapılar anladı çaresizliği!

Dikenli teller çözüldü toprağa.

Nöbetçi kaldı ateş cehenneminde,

Tek tek hıçkırdı mavzeri elinde…

Birkaç saniyede her şey olupbitti;

Parça parça oldu bedeni nöbetçinin;

Savrularak, çok uzaklara gitti!

Ve bir solukta ölüp gitti cephanelik!

 

Bir ölü ki; insan irisi…

Gözlerinin rengi, yüzünün güzelliği…

Ama yaşamayan güzelliğin,

Yoktu hiçbir önemi!

O da arkadaşlarına anlatıyordu,

Öldürdüğü ve öldürüldüğü siperi:

Gökte yağmur, yerde yağan kurşunlar!

Siperlerde korku, siperlerde çamur…

Her siper kanla karılmış bir mezar!

“Savaşan insan yalnızdır!

Ben yapayalnızdım siperde.

Güneş yoktu, bir lokma olsun yoktu,

Mermiler yağmurla birlikteyken;

Sipere yaklaşıyordu düşman(!)

Ses yoktu yağmurun ve ölümün sesinden başka!

Tüfek yırtınca sessizliği,

Kurbanım ikiye katlandı, kıvrıldı…

Yay gibi uçtu havaya;

Gerindi kucak kucak,

Kapaklandı sipere çırpınarak!

Elleri kan, gözleri kan…

Avuçları dolu dolu kandı!

Doğrulmaya yekindiğinde,

Toprak altından kaydı;

Boşlukta uçarcasına yeniden kapaklandı!

İri iri açıktı gözleri…

Üstüme dünyanın sorularını saldı.

Ölüm o denli yakındı ki;

Bir soluk ötemde…

Dokunsam,

Avuçlarıma sıvanacaktı!

Utandım kurbanımdan,

Elimdeki tüfekten ve insanlığımdan!

İçine çömeldiğim siperden kaçmak geldi içimden.

Doğruldum saklandığım yerden.

Duyduğum bir ses ya da rüzgârdı.

Savruldu gövdem havaya,

Düştüğüm yer kurbanımın yanındaydı!

Henüz soğumamıştı teni,

İri iri açıktı gözleri.

Ellerimiz dokundu birbirine,

Kanlarımız karıştı aynı siperde!”

 

Geceyi soyunurken doğa,

Ay yıkıldı dağların arkasına.

Artık susmuştu gece kuşu.

Tutsaklıktan arınırken renkler,

Döndüler mezarlarına;

Savaşlara kırgın ölüler!