Toplumsallık devletin temel varlığıdır. Birden çok birey toplumsalı oluşturur. Toplumsalın oluştuğu alan kamusal alandır.Tüm bireyler tek örnek koşul ve olanaklara sahip olmadıklarından, toplumsal tek örnek değil; benzer veya yaklaşık aynılılardan oluşur. Kesişen yaklaşık aynılar, kamusalın ortak paydasında yer alabilirler.
    Kamusal dediğimiz zaman değişimi ve değişimin farklılaştırdıklarını dikkate almamız gerekmektedir. Kuruluş koşullarındaki kamusal alan, toplum yaşantısının büyük bölümünü etkilemesine karşın; süreç değişimleri ve iş bölümünü etkin kılmaktadır.Uzmanlaşan her ayrıcalık kamusal alanı daraltmaktadır.Bu olgu bir başka şekilde ifade edildiğinde ise, bireyselleşmeye işaret etmesi kaçınılmazlaşır.Birey ile kamusal alan arasında çok yakın bir ilişki vardır!Birey iradi olarak tercih yapma olanağına sahip olan bir objedir!Haklarını yaşama geçirirken tercih kullanma özgürlüğüne sahiptir.Devletin oluşumu, özgür iradi tercihler çoğunluğu ile ilişkilidir.Devleti oluşturan ortaklıklar bir kamusal alanın çıktısıdır!..Kamusal alan katılımın ön koşulu olarak önemini korur.Özelleştirmelerin kamusal alanı daraltmasına bu noktadan bakmak gerek. Asli ortakların iradi istemleri dikkate alınmadan onlar adına buyurgan bir temsil yetkisi kullanılır.
    Kamusal alan tanımlamasını Habermas’tan alalım.5 Aralık 2008 tarihli BirGün’de Arzu Erturan Habermans’tan şöyle aktarmaktadır: “Habermas’a göre kamusal alan; özel şahısların kendilerini ilgilendiren ortak mesele etrafında akıl yürüttükleri, rasyonel bir tartışma içine girdikleri ve bu tartışma neticesinde o mesele hakkında ortak bir kanaati yani “kamuoyunu” oluşturdukları süreç, araç ve mekanların tanımladığı hayat alanıdır.”Bu eylem ve oluşumların toplamı katışıksız bir sivil oluşumu işaret eder.


    Demokratik katılım açısından kamusal alanın önemi bir kez daha vurgulanmış oluyor. Kamusal alan, otoriter belirleyicilerin etkin olmadığı ama, sivil katılımın gerçekleşmesine olanak sunan bir alandır! Katılım, demokratikliği; herhangi bir otoritenin etkin olmayışı da sivil toplum oluşumunu vurgulamaktadır. Bu noktada sivil toplum tanımı kamusal alanın önemini vurgular. Sivil toplum, bir sorun çevresinde ve o sorunu çözme temelinde bir araya gelen, ancak; herhangi bir otoriteden emir ve direktif almayan, kural yaratarak, kurum oluşturabilen topluluktur! (Devletin oluşumu da böyle bir sürecin ürünüdür. Sivil oluşum aynı yönde olan özgürlükler bileşenidir.  Bir zorlayan olmamasına karşın yaşamsal zorunlulukların algılanması ve gereğinin yerine getirilmesidir.) Burada sorun ile çözüm mekânı çakışmaktadır. İşte bu mekân kamusal alandır!.. Kamusal alan, her özgür bireye ait olan özgürlük alanıdır. Kamusal alan eşitlerden oluşan bir ortaklar topluluğu mekanıdır. Dar anlamda kentli olmak, kamusal alanın katılımcısı olma hakkını kazandırır.Ancak, kamusal alanda söz sahibi olabilmek için ulus aidiyeti yerini, dünya insanlık ailesi bireylerine bırakmaktadır.Dahası, bu alandan sadece insanlar değil; tüm varlıklar yararlanabilmelidir!..
    Özelleştirmelerin yanı sıra kent rantının artması kamusal alanı ve aynı zamanda sivil toplum oluşumu olanaklarını daraltmaktadır.Bu olguyu farklı bir biçimde ifade etmek istersek; sermaye egemenliği (yoğunlaşan sermaye) arttıkça, kamusal alanlar daralmaktadır!..Ülkemizde sosyal devlet ilkelerinden uzaklaşma doğrultusunda politikalar uygulatılmaktadır.Bu doğrultuda eğitim,sağlık alanları özel kişilere açılmıştır.Ayrıca bu konuda girişimcilere devlet desteği sağlanmaktadır.Destek, kaynak aktarımı şeklinde olduğu gibi;yasal ve kurumsal destekler de devreye sokulmaktadır.Yaşadığımız süreçte profesyonel ordu doğrultusunda yapılan hazırlamalar, güvenliğin de özelleştirilmesi istemleriyle çakışmaktadır.Ama her girişimin sonunda kamusal alan kemirilerek yok edilmeğe çalışılmaktadır!..


    Kamusal alanı önemli kılan unsurları şöyle sıralamak olası: Kamusal alan her katılımcı bireye açıktır. Kamusal alan yüz yüze ilişkilere ve etkileşime olanak tanır. Yüz yüze ilişkiler ortak çözümlere (toplumsal) olanak sunar. Kamusal alanlar sosyalleşmenin vazgeçilmezidir!
    Yerel yönetimlerde demokratik katılım için olması gerekenler arasında olmazsa olmaz olarak vurgulayabileceğimiz; “kamusal alan” ve “sivil toplum” oluşumları var. Bu iki olmazsa olmazın ortakları; aktörler, mekân, zaman ve çözüm iradesiyle vücut bulan organizasyonlardır!
     İçinde bulunduğumuz koşulların gereği olarak kırsal sürekli olarak göç vermektedir. Göçe katılanlar, varlık sürdürme temelinde yeni yaşam alanları aramaktadırlar.Bu alanlar ise, kentler ve metropollerdir.Göç yığışımı,yığışımlar ise sorunların çoğalmasına neden olmaktadır. Bu nedenle yaşama ilişkin sorunların çözümü kentleri önemli kılmaktadır. Kentler, sorunların çözümü için, katılım temelinde önemli merkezlere dönüşmektedir. Demokratik katılım kentlerin önemini bir kat daha artırmaktadır. Çünkü doğrudan demokrasiye beşiklik eden en önemli mekan kentlerdir! Kamusal alan ile kamusal mekâna ilişkin tartışmalar var. Alan, mekanı belirleyen kurum ve kuralları belirlemektedir:
“ Prof.Dr. Uğur Tanyeli ise kamusal alanı tanımlamadan önce, bu alanların Batı’da “public” kelimesiyle ifade edilirken 19.yy’da Osmanlı literatürüne farklı bir biçimde girdiğini hatırlatır. Kamusal alanın genelde devletle ilişkilendirildiğini belirten Tanyeli, “public”e ait olan değil devletle ilişkili olan alan olarak ifade eder. Meral Özbek de bu durumu “‘Kamu’ dendiğinde hemen devlet gelir aklımıza; devlet idaresi, organları, kuruluşları, görevlileri ya da etkinlikleri gibi şeyleri, devlete ait ya da devlet kontrolünde yürütülen resmi bir alanı kastederiz. Halbuki, Habermas’ın dediği gibi, kamusal alan her şeyden önce toplumsal yaşamımızda kamuoyunun içinde oluştuğu alandır” diyerek açıklar” (25 Ekim 2007 Derleyen: Zeynep Güney - Arkitera.com)
     Aslında kamusal alan, kamuyu oluşturanların özgürce kullandıkları alanlardır.Kamusal mekan ise; kamusal alanlarda oluşan talepleri karşılayan mekanlardır.Kamusal alan özgür ve sivil olanların etkileşim alanıdır.Kamusal mekan ise devlete ait olan ve kamusal alanda yer alarak talepte bulunan özgür bireyler için hizmet üreten ve sivil olmayan mekanlardır.Bir yerde talep,(eşit,özgür ve katılımcı) ötede ise talebi karşılayan bir kurum (katılımcıların devleti)söz konusudur.(Devleti oluşturan iradi katılım son belirlemede bir kamusal alan çıktısıdır!)
    Değişen koşullar değişimi beraberinde sürüklemektedir. Değişime uyum sağlama esnekliği olmayan şeyler, süreç içinde devre dışı kalmaktadır.
    Artık sadece yalnızlık ve çaresizlik yok; çaresizlikler ürerken yalnızlıklar parçalanmakta, yalnızlıkların ardında param parça insanlar sıralanmakta!..
    İçinde bulunduğumuz koşullarda toplumsala dönüş onurlu bir yaşam için kaçınılmaz gözüküyor. Çünkü toplumsallık kapsayıcı, bireysellik ise dışlayıcıdır.  Bireysellik, ötekiler yaratıp çoğaltan yapıları besler!


    Toplumsala dönmek isterken, dünlerdeki toplumsala dönmek hem anlamsız hem de gereksizdir. Böylesi bir istem güncelin uzağına düşen bir tutarsızlığı da bünyesinde barındırır. Bu nedenle dönülecek olan toplumsalın tabanı bugünlerde ve ayakları da yarınlarda olmalıdır!
    İnsanlık ailesi bireysellikle toplumsallık sarkacında sürekli olarak hareket etmektedir. Devingenliğin kaçınılmaz sonucu olarak, bir olay ikinci kez tüm aynılıklarıyla tekrarlanamaz… Her benzeşim başlangıç noktasının ya ilerisine ya da gerisine düşer. Bir tekrarın çağdaş, güncel ve pozitif olabilmesi için kendisini önceleyenleri aşması gerekir.
     İnsanlık yaşamında bireyselliklerin egemen olduğu süreçler yaşandığı gibi, toplumsal yaşantıların ağır bastığı süreçler de yaşanmıştır. Dinsel dönüşümler bu süreçlerle çakışır. Parçalanan toplumsal yapılar ise, genellikle bireyselliklerin vardığı uç noktalardır. Ancak bireysellik durup dururken ortaya çıkan süreçler değildir.Bu olgu onu ortaya çıkaran nedenlerden  ayrık olarak düşünülemez ve değerlendirilemez.Kısaca vurgulamak gerekirse;bunların başında üretim süreçleri,üretici güçlerin organizasyonları ve üretim bilgisi gelir.Özelleştirmeler yoluyla  kamusal alanın daraltılması, özünde kamusallığın parçalanmasıdır. Bu süreçten eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik de nasibini alır!..
    Tüm bunlar dikkate alındığında, toplumsala dönüşün kaçınılmazlığı daha iyi anlaşılır. Toplumsala dönüş hemen hemen her koşulda geniş kitleleri kavrayan örgütleri kaçınılmaz kılar. Örgütlülük aynıların aynı yerde, benzerlerin de yan yana durmalarını gerektirir. Bu gereklilik yerelden başlayarak ulusala ve ulusaldan çıkışla küresele yönelmelidir.Güncel sorunları aşmanın yolu örgütlülüklerden ve ittifaklardan geçmektedir.Satanlar ve satın alanlar dışında kalanların ittifak oluşturması kaçınılmazdır!..Çünkü artık bu yaşlı kürede İTTİFAKLAR çağına girdiğimiz unutulmamalıdır!..Ve ittifak yaşamsal bir gerekliliktir!..