Kuzey kutbu dikkate alındığında, kayıpların en çok olduğu mevsimdir sonbahar. Doğanın kaybı kısa sürede dönüşüme girmektedir. İnsan kaybında dönüşümün kuralları farklı işlemektedir. İnsanlar eserleri ile varlıklarını sürdürürler.
Yılmaz Güney, bu ülkede hayatını yaşamı ile yazan önderlerdendir. Bunu ilgi alanında ürettikleriyle başarmış ve şimdilerini geleceğe taşıyabilmiştir. Geleceğe karşı olanlara(tutucular ve yobazlar) karşı verdiği mücadele ile noktalamıştır yaşamını. Tıpkı Nazım Hikmet gibi, vatanına hasret iken yaşamdan kopmuştur. Ülkesinden koparılması; üretmesine, yaratmasına engel olmak bir yana, onu daha bir güçlendirmiştir.
Güney’in bıraktığı iz, yozlukla, yobazlıkla yok edilemez. Ancak onu, onun çizgisinde gelişerek aşanlar geçebilir ki, onlarda hangi değeri aştıklarını bilirler. Koşullarının olanaksızlıklarıyla aştığı zorluklar, kolay aşılabilir engeller değildi. Her şeye karşın Yılmaz Güney engelleri aşmanın bir yolunu bulmuştur. Yaşamda yaratıcılık böyle bir şey olmalı.
Onu en çok üzen şey, çok sevdiği ülkesinden ve ülkesinin emekçilerinden ayrılmak zorunda kalmasıdır. Oysa o, yurtseverliği ile harmanladığı üretkenliğini ülkesinin insanlarıyla paylaşmak için çırpınmıştır.
Onu ülkesinden ayrılmak zorunda bırakan; “Olmak ya da olmamak” seçeneksizliğidir. O istediklerini önce ülkesi için isteyen biridir. Hayatını onurlu yaşamlar uğruna feda etmiştir! Onun yokluğu, gerekliliği ile her yıl daha da büyümektedir ve o büyümenin sonsuzluğuna yelken açmıştır.
Unutulmadın güzel ve yiğit insan; varlığın yüreklerimizde ve sen bizimlesin!


ÖYLECE ÇEKİP GİTTİ!

O yiğit bir insandı ki; sapına kadar,
Her şeyi ve hep ötekiler için istedi!
İnsanca yaşamın kavgasında diyordu ki;
Bozkırları yeşile mahkûm edin müebbede,
Ve tutuklayın cümle acıları sonsuza dek.
Olmadı işte, düşleri gerçekleşsin istemediler.
Yasalarıyla, acımasızca vardılar üstüne…
Üstüne en belalı kalleşlikleriyle!
Kaçmak yaşamanın kaçınılmazı olunca,
Artık çaresiz, ardına bakmadan gidecekti!
Geride kalsın istemediklerini koydu valizine.
Topladı köşe-bucakta kalan solmamış düşlerini.
Özenle katlayıp anılarını bir bir…
Ve seyrine doyamadığı gün batımlarını,
Ve gök mavisini, deniz mavisini…
Karanfilin kokusunu, gülüşünü narçiçeğinin!
Sevdaları unutmadı, birde dostluğu.
Ve eski sevdalarından arda kalanları da…
Aldı kanserini, birde kendisinin olan ülserini.
Düşmanlıkları, kahpelikleri ve ikiyüzlülükleri;
Yargıları ve hükümlerin kesinleşmişini de…
Kısacası ne bulduysa kötülükler adına,
Hepsini buruşturup attı çöp sepetine!
Son kez okşadı yüreğiyle güllerin renklerini,
Topladı dökülüp saçılan ayrılık bakışlarını.
Çekti valizinin fermuarını, kapadı kapısını;
Ve öylece, dönüp hiç ardına bakmadan,
Açtı kapıları, kapadı kapıları ve çekip gitti!