Yazılarımızı takip edenler bilir, Henüz 14 yaşında Erzincan Ülkü Ocaklarında siyasete “merhaba” diyen bir Türk milliyetçisi olarak bize öğretilen ilk ders “Dava ve dava adamlığı” olmuştu.

Dava adamlığı etiketi o gün bugündür bizim ve bizim gibi düşünenlerin üzerine yapıştı kaldı, Sürekli zahmet üzerinden etiketlendiğimiz bir noktada iş rahmete geldiği andan itibaren anında “kötü adam” olarak tanımlandığımız pek çok dönem biliyoruz.

Normal şartlarda siyasi partiler ülke yönetiminde söz sahibi olmak bunun içinde iktidara gelmek isterler, kurucular kurulu tarafından Ankara’da iç işleri bakanlığına verilen kuruluş dilekçesinin ardından siyasete “merhaba” diyen partiler o andan sonra kendileri adına koşturacak il-ilçe ve belde teşkilatlarını oluşturacak isimlerin kendilerine olan taleplerini beklemeye başlarlar.

Böyle bir noktada  söz konusu il-ilçe-belde teşkilatlarını oluşturan yöneticiler tüm siyasi partilerin genel merkezlerinin hoşuna gider, şu sıralarda he ne kadar seçmen daha çok partilerin genel başkanlarına bakarak oy kullanıyorsa da bundan yıllar önce iktidar için teşkilatların çalışmaları da partilerin aldıkları oy oranlarına epey bir katkı yapabiliyorlardı.

Türkiye’de ismi ve dünya görüşü ne olursa olsun bir siyasi partinin kapısından girip o partiye üye olan kim varsa tamamının iki temel hedefi vardır, bunlardan birincisi milletvekilliği ikincisi ise belediye başkanlığıdır.

Seçim süreci başlandığında bin bir zahmet ile partisinin il-ilçe ve belde teşkilatlarının yükünü çekenler içerisinde belli bir kısım “-epey bir zamandır teşkilatlarda görev yapıyoruz, seçimde milletvekili adayı olmak için görevimizden ayrılıp adaylık başvurusu yapacağız inşallah adaylık süreci doğru düzgün ve adaletli bir şekilde yapılır bizde çıkan sonuca razı geliriz” anlayışını taşırlar.

Ancak bu durum hiçbir zaman beklenildiği gibi olmaz, bir şekilde Türkiye’nin herhangi bir yerleşim merkezinden çıkıp bir siyasi partinin genel merkezinde yer bulan kim varsa süreç başlar başlamaz kendisine listenin ilk sırasında yer bulabilmek için bildiği tüm siyasi atraksiyonları yapmaktan geri durmaz.

Aslında genel merkez yöneticilerinin ilk sıralarda yer bulması parti tabanında olağanüstü bir sıkıtı yaratmaz, zira partilerin genel başkanları “ İktidara geldiğimizde oluşturacağım bakanlar kurulunda çalışacağım yüzde 5’lik oranında bir kontenjan kullanacağım” diyerek zaten genel merkez yöneticilerine bir alan açabiliyorlar.

Ancak asıl sıkıntı bundan sonra başlıyor, Listesin başında bulunan siyasetçi “-Ben kendimi kurtardım listenin geri kalanının adaletli bir şekilde oluşması adına biraz kenarda durayım” demez.

Liste başındaki siyasetçi kendisinden sonra yani ikinci üçüncü sıraları da “-Beni maddi olarak taşısınlar, bu isimlerin parti tabanından gelmeleri pek önemli değil, bizim seçim masraflarını karşılayacak isimler lazım” anlayışı ile o zamana kadar akla hayale gelmeyen isimleri listelere eklemekten asla geri durmazlar.

Bu duruma karşı gelen partililer için ise yıllar yılı hiç değişmeyen “-Kardeşim memleket yanıyor, biz dava adamıyız böyle bir durumda kendimizi düşünemeyiz, siz fedakarlık yapın genel başkanımızın ve genel merkezimizin elini rahatlatın, partimizi iktidar oluyor siyaset sadece milletvekilliği değildir” diyerek yıllar yılı teşkilatlarda görev yapan dava adamlarını bir kenara atmaktan asla çekinmezler.

Bu durum yıllar yılı hiç değişmez, söz konusu liste başındaki siyasetçiler milletvekili olur, birkaç dönem vekillik yapar, Ülkenin durumuna göre parti iktidara geldiğinde bakan olurlar.

Aradan yıllar geçer 2 dönem 3 dönem 4 dönem vekillik yaptıktan sonra yorulan siyasetçinin yerine oğulları yada kızları vekil yapılır, onların yorulduğu yerde sıra torunlara gelir.

Araştırın bakın Türkiye’deki siyasette aslında üstü örtülü babadan oğula geçen bir padişahlık mevut.

Böyle bir sıkıntılı süreci bire bir yaşayan çok sayıda partili “-Yahu bu nasıl bir kutlu davadır ki hep babadan oğula ve onların akrabalarına denk geliyor, Rahmeti onlar yaşarken zahmet sürekli bize bırakılıyor” diye hayıflanıp duruyor.

Bizde sabahtan akşama kadar “Dava şuuru ve dava adamlığı” üzerine akıla ziyan görüşler sergiliyor kendimizi avutuyoruz.

Ne işe yarayacaksa.?