Atatürkçü Düşünce Derneği Akbük Şubesi yönetim kurulu Cumhuriyet Bayramı’ndan BEŞ GÜN ÖNCE adını “etkinlik” olarak isimlendirdiği bir kahvaltı düzenledi.
Niçin beş gün önce?
Eskiler böyle durumlarda soru sorulmasının doğru olmadığını ileri sürerler ve ardından yapıştırırlardı: “Hikmetinden sual olunmaz…”
Tamam. Geçiyoruz.
Ama bu kahvaltı “etkinliğinin” sonrasında ADD yönetim kurulunun önde gelen üyelerinden birisinin bir paylaşımı oldu.
Söz konusu paylaşımda; kahvaltıya katılan dernek üyelerine, saygın siyasi kişiliklere ve çiçek gönderen Didim Belediye başkanı sayın Deniz Atabay’a teşekkür edildikten sonra aşağıdaki satırlara yer verildiğini gördük [okuduk]:
“Hiçbir mazereti olmadığı halde birlik, dayanışma ve 29 Ekim Cumhuriyet Bayramının 98. Yılını karşılama kahvaltımıza iştirak etmeyen (mazereti olanlar bildirdiler), fakat her fırsatta sözde eleştirileri ile Şube yönetimini töhmet altına sokmaya çalışan üyelerimize söyleyecek birkaç cümlemiz olacak. " BİZ HER ZAMAN SAHALARDA VE ATATÜRK İLKELERİNE BAĞLI BİREYLER OLARAK HALKIN YANINDAYIZ, HALKLA İÇ İÇEYİZ. SİZLER NEREDESİNİZ."
Yazıdaki Türkçe hatalarını duvarın dibindeki rafın üzerine koyup, paylaşımın içeriğine geri dönüyoruz.
Bu ne garip bir ruh halidir?
Birlik ve beraberliği acilen gerçekleştirmemiz gereken bir dönemde hem bundan söz edeceksiniz… hem de yukarıdaki satırlarda yer aan hezeyan yüklü  bölücü/dışlayıcı/ayrılıkçı söylemlere yöneleceksiniz…
Ayrıca örneğin bu satırları karalayan kişi olarak biz… Aynı tarihte İstanbul’da doktor/hastane peşinde koştururken bu tırnak içine sığmayan arkadaştan izin mi alacaktık; mazeretlerimizi kendilerine arz mı edecektik?
Ayrıca, Cumhuriyet Bayramı adına beş gün önceden düzenlenen bu önemli karın doyurma “etkinliği”ne katılacakların derneğe önceden bildirim yapmaları istenmişti. Yani, geleceğini bildirmeyen üyelerin [böylece] katılmayacakları anlaşılmış olacaktı…
Biz İstanbul’da olacağımız için bildirimde bulunmadık. Eeee?.. Yani… Bu yeterli bir bildirim değil midir ki? Yoksa sayın yönetim kurulu üyemizden şahsen izin mi almamız gerekiyordu?
Bu noktada yine eskilerin bir sözüne başvuralım:
Bu paylaşımın aktarmış olduğumuz bölümü “abesle iştigal”den başka bir şey değildir…
Ayrıca, eleştiri niçin yönetim kurulunu töhmet altında bırakmak olarak yorumlanıyor? Bu da ayrıca sorgulanması gereken bir husustur.
Ortada töhmet altında kalınacak bir “şey” mi vardır? 
Biz henüz bilmiyoruz; ancak bilmemiz, araştırmamız mı gerekiyor?
Sonuç olarak önerimiz, sevgili Metin Akpınar’ın dediği gibi, 
Hep birlikte Atatürkçü Düşünce Derneği’ni, Atatürkçü Eylem Derneği niteliğine kavuşturmaktır.
Bölücü, husumet yüklü, ötekileştirici, ben-merkezci söylem ve davranışlardan -acilen- vaz geçmeliyiz…
İşte ancak o zaman sadece kahvaltılar yolu ile üyelerimizle buluşma “etkinlik”lerinden çok ötelere ulaşıp, gerçekten halkla birleşiriz. Atatürkçü düşüncenin halka ulaşması için [kültür ve eylem] köprüleri inşa edebiliriz.