“Yaşam alt­mış­ta baş­lar,” demiş bir Fran­sız dü­şü­nür...
Önce inan­maz­sın. Sonra bir gün uya­nır­sın: yaş olmuş alt­mış. Ve yaşam ger­çek­ten baş­lar.
Dün­ya­nın çi­vi­si çıkar mı bi­lin­mez ama anın çi­vi­si ye­rin­den oy­nu­yor. Yaş­lan­mak artık çöküş değil, bir tür arın­ma ayini... Genç­lik; rek­lam­la­rın, ay­na­la­rın, eti­ket­le­rin ci­la­lı dö­ne­miy­se, yaş­lı­lık ve özel­lik­le de alt­mış­lar ger­çek ben­li­ğin çer­çe­ve­siz, filt­re­siz ve ter­te­miz bir gö­rü­nü­mü­dür.

Bu­gün­ler­de “yaşam kır­kın­dan sonra baş­lar” gibi yarı umut, yarı te­sel­li söz­ler biraz de­mo­de kaldı. Çünkü kırk­lar henüz “ka­ri­yer he­de­fi”, “ebe­veyn so­rum­lu­lu­ğu”, “top­lum­sal rol” gibi yük­ler­le ezi­lir­ken, ger­çek öz­gür­lük alt­mış­lar­da baş gös­te­ri­yor. Öyle ki, ay­na­lar­dan kaçan ba­kış­lar bile bu yaş­lar­da ken­di­ni sey­ret­me­nin yeni bir bi­çi­mi du­ru­mu­na ge­li­yor.

Gü­zel­lik mi de­di­niz? O da sa­de­lik­te, ya­lın­lık­ta, do­ğal­lık­ta...
Alt­mış­la­rın­da olan biri artık fön ma­ki­ne­si­ne değil, esen yele bı­ra­kır sa­çı­nı. Giy­si­ler­le tıka, basa dol­du­rul­muş ka­la­ba­lık do­lap­la­ra değil, bir­kaç an­lam­lı par­ça­ya tu­tu­nur. Gü­zel­li­ğin gös­te­ri­de değil, ya­lın­lık­ta ol­du­ğu­nu idrak etmiş bi­ri­dir o... Çünkü ya­şam­da bi­rik­tir­di­ği nes­ne­le­rin değil, anı­la­rın ağır­lı­ğı­nı taşır sır­tın­da.

Dün­ler­de do­lap­la­rın kö­şe­sin­de sak­la­dı­ğı "bir gün ge­rek­li olur"lar, şimdi pay­laş­ma­nın ne­şe­siy­le yer de­ğiş­ti­rir. Elin­de­ki­ni ver­me­nin, anı­la­rı­nı an­lat­ma­nın, sev­dik­le­riy­le ya­şa­mı pay­laş­ma­nın tat­lı­lı­ğı başka hiç­bir ba­şa­rıy­la kı­yas­la­na­maz. Çünkü o artık bilir: mal, mülk geçer; sevgi kalır.
İşte bu yaş­lar­da genç­lik ta­kın­tı­sı­na hoş­ça­kal denir ve ruhun son­suz genç­li­ği­ne de iç­ten­lik­le bir mer­ha­ba...
Top­lu­mun genç­li­ğe duy­du­ğu sap­lan­tı, yaş­lı­lı­ğı hep bir “ge­ri­le­me” gibi sundu. Oysa ger­çek olan şudur: Genç­lik, hızla geçip giden bir ha­zır­lık sü­re­ci­dir. Ger­çek öykü; o ha­zır­lı­ğın neye dö­nü­şe­ce­ği­ni an­la­tır ve alt­mış­lar, işte tam da bu dö­nü­şü­mün adı­dır.

Bu yaş, artık baş­ka­la­rı­nın ona­yı­na ge­rek­si­nim duy­ma­dan var ol­ma­nın ta­dı­na var­dı­ğın; “ken­din­le ba­rış­mak” için sa­vaş­mak­tan vaz­geç­ti­ğin yaş­tır. Ken­di­ne şef­kat gös­ter­di­ğin, baş­ka­la­rı­nın seni nasıl gör­dü­ğün­den çok, ken­di­ni nasıl his­set­ti­ği­ne kulak ver­di­ğin yaş­tır.

Ay­na­da gör­dü­ğün kı­rı­şık­lık­lar sana; dün­ler­de kalan ya­şan­mış yıl­lar­da­ki kah­ka­ha­la­rı, ağ­la­ma­la­rı, kay­bet­me­le­ri, sev­me­le­ri ve kur­tul­ma­la­rı an­la­tır.
İşte o an sen; ay­na­ya değil, geç­mi­şi­ne gü­lüm­ser­sin. Yan­lış­la­rı­na, ya­nıl­gı­la­rı­na bile gü­lüm­ser­sin.

Alt­mış­lar, "yaşam geçip, ge­çi­yor” pa­ni­ği­ni değil, “ya­şa­mın tüm an­la­rı benim” duy­gu­su­nu ya­şa­tır in­sa­na... Ya­şa­mı ya­şa­mak değil, do­ya­sı­ya duy­mak ister artık kişi. Mar­tı­la­rın se­si­ni duy­mak, dal­ga­la­rın kı­yı­ya vur­ma­sı­nı iz­le­mek, uzak­ta­ki bir ço­cu­ğun gü­lü­şü­ne göz­le­ri­ni ka­pat­ma­dan bak­mak ister.

İnsan geç­miş­te­ki genç­li­ğin hızlı tü­ke­ti­mi­ne değil, yaş­lı­lı­ğın yavaş sin­di­ri­mi­ne te­şek­kür eder. Duy­gu­lar ace­le­ye gel­mez. Aşk­lar henüz var­dır, ama artık sa­hip­len­mek için değil, bir­lik­te se­vin­mek için­dir. Dost­luk­lar yine de sürer, ama çıkar için değil, anı pay­laş­mak için­dir.

Öz­gür­lük denen şey, belki de alt­mış­tan son­ra­dır.
Artık sa­çı­na fön çek­me­sen de olur. Mak­yaj yap­ma­san da olur. Göm­le­ğin ütü­süz ola­bi­lir. Her sabah se­kiz­de kalk­mak zo­run­da de­ğil­sin. CV gön­der­mek yok, “beni be­ğen­di­ler mi” kay­gı­sı yok. Yal­nız­ca ken­din için ya­şa­ma­ya baş­lar­sın; alt­mış ya­şın­dan sonra.... Çünkü sen artık ken­din­sin. Hem de baş­ka­sı­na ben­ze­me­ye ça­lış­ma­dan, es­ki­le­rin de­di­ği gibi "şah­sı­na mün­ha­sır"...

Belki genç­li­ğin hı­zıy­la “fır­sat­la­rı ya­ka­la­ya­ma­dın”, ama şimdi bi­lir­sin ki yaşam ka­çı­rı­lan fır­sat­lar değil, ya­ka­la­nan far­kın­da­lık­lar­dır.

Ve en çok da sev­mek. Ko­şul­suz, kar­şı­lık­sız, te­laş­sız... Sev­mek artık bir “kar­şı­lık alma” he­sa­bı değil; ken­di­ni ifade etme bi­çi­mi­dir. Sev­di­ği­ni söy­le­mek­ten, gös­ter­mek­ten, ya­şat­mak­tan çe­kin­mez­sin. Çünkü bi­lir­sin, aşkı kay­bet­mek değil, ya­şa­ya­ma­mak piş­man­lık­tır.

Son Söz: Alt­mış, ya­şa­mın "İkinci Ba­ha­rı" değil, ger­çek mev­si­mi­dir.
Yaşam alt­mı­şın­da baş­lar mı?
Belki de ana kadar ya­şa­dı­ğı­mız, yal­nız­ca “prova”dır.
Alt­mış­lar ise sah­ne­ye çıkış…
Perde açı­lır, ışık yanar ve se­yir­ci sen­sin­dir artık.
Alt­mış­lar "ken­di­ni ya da baş­ka­la­rı­nı kan­dır­mak için" oyun oy­na­ya­cak yaş değil, ya­şa­ya­cak / ya­şa­mı özüm­se­yecek / içine sin­di­recek yaşta ola­ca­ğın ger­çek yıl­la­rın baş­lan­gı­cı­dır.
Bu yaş, genç­li­ğin ya­nıl­gı­la­rı­nı değil, in­sa­nın ken­di­ni "işte en so­nun­da" an­la­dı­ğı bir du­rak­tır.

Eğer yaş al­dıy­san ve hele ki yü­re­ğin de genç­se, ya­şa­mın en güzel ye­rin­de­sin. Hiç ürk­me­den, kork­ma­dan, kim­se­den de sa­kın­ma­dan; yaşam yol­cu­lu­ğun­da iler­le, gör bak nasıl da mutlu ola­cak­sın.
İmza: 70'li yıl­la­rı­nın ba­ha­rın­da bir yaşam de­ne­yim­li­si