Belçika Savunma ve Dış Ticaret Bakanı Theo Francken’in Anıtkabir’de diz çökerek Mustafa Kemal Atatürk’e saygısını sunmasının fotoğrafları 26 Temmuz 2025 günlü yayın organlarında yer alması; Türkiye kamuoyunda geniş yankı uyandırdı. Bu görüntüler, ilk bakışta bir devlet adamının samimi bir saygı duruşu gibi görünebilir. Ancak diplomasi, yalnızca jestlerden ibaret değildir; çünkü devletler, sembolik hareketleri bile belirli stratejik çıkarların bir parçası olarak tasarlar.

Francken’in Atatürk’ün mozolesi önünde diz çökmesi, kuşkusuz bir saygı göstergesidir. Ancak bu saygının ardında, Belçika’nın Türkiye ile savunma sanayi, dış ticaret ve NATO bağlamında geliştirmek istediği yeni ilişki ağı vardır. Francken’in açıklamalarına bakıldığında, bu jestin yalnızca sembolik değil, aynı anda jeopolitik ve ekonomik anlamlar taşıdığı açıkça görülüyor.

  • Francken, Türkiye’nin NATO içindeki rolünü güçlendiren savunma teknolojilerine (özellikle İHA ve lazer sistemlerine) dikkat çekerek, Ankara’yı bir “rol model” olarak tanımlıyor.

  • 2026’da Belçika Prensesi Astrid’in 500-600 girişimciyle Türkiye’ye gelmesi planlanıyor; bu, ekonomik işbirliğini artırma niyetinin en açık göstergesi.

  • SAFE gibi Avrupa güvenlik projelerine Türkiye’nin dahil edilmesi gerektiğini vurguluyor, bu da Türkiye’yi Avrupa güvenlik mimarisinin dışında bırakmama stratejisinin işareti.

Avrupa’nın Gerçek Hesabı: NATO ve ABD Faktörü mü?

Francken’in sözleri, Avrupa’nın güvenlik açmazını da gözler önüne seriyor.

  • Trump’ın NATO’nun yükünü paylaşma konusunda ayak diremesi ve ABD’nin Avrupa’ya verdiği güvenlik desteklerinin eskisi kadar güçlü olmaması, AB ülkelerini yeni partnerler aramaya yönlendiriyor.

  • Rusya-Ukrayna savaşı, Avrupa’nın askeri ve savunma sanayi altyapısının ne kadar yetersiz olduğunu ortaya çıkardı. Türkiye ise, güçlü ordusu, hızlı büyüyen savunma sanayisi ve stratejik coğrafyasıyla bu açığı kapatabilecek en önemli aktörlerden biri.

“Göz Boyamak” ve Türk Kamuoyunun Tepkisi

Türkiye’de bu tür jestlerin hemen “dünya bizi alkışlıyor” havasına büründürülmesi elbette ki bir sorun... Kuşkusuz Atatürk’e diz çöken bir bakanın saygısı da oldukça değerlidir; ancak bu, Türkiye’nin küresel güç konumunun gerçek bir göstergesi değildir. Çünkü diplomasi, jestlerden çok somut kazanımlarla ölçülür.

  • Atatürk’ün mozolesi önünde diz çökmek, onun laiklik, hukuk devleti ve modernleşme mirasına duyulan saygıyı gösterir. Ancak bu jestin siyasal ve ekonomik çıkarlarla birleştiğinde neye dönüştüğünü görmek gerekir.

  • Batılı devletlerin diplomatik dilinde “önce övgü, sonra pazarlık” geleneği vardır. Önemli olan, övgülerin ardından hangi somut işbirliklerinin, hangi eşitlik temelinde kurulacağıdır.

Türkiye’nin Tutumu Ne Olmalı?

Türkiye, bu tür sembolik jestleri “gurur vesilesi” olarak görüp rehavete kapılmamalıdır. Atatürk’e duyulan saygı, gerçek bir ortaklık zemini yaratabilir; ancak bu zeminin sağlıklı kurulması, Türkiye’nin kendi gücünü doğru okumasına ve çıkarlarını akıllıca masaya koymasına bağlıdır.

  • Savunma sanayi işbirliği, tek taraflı tedarik değil, teknoloji transferi ve ortak üretim şartlarına dayandırılmalıdır.

  • SAFE gibi Avrupa güvenlik projelerine katılım, AB ile uzun süredir askıda kalan Gümrük Birliği güncellemesi ve vize serbestisi gibi stratejik konularla paketlenmelidir.

  • Atatürk’e saygının içini doldurmak için, onun modernleşme vizyonu ve hukukun üstünlüğü gibi temel ilkeler Türkiye içinde de güçlendirilmelidir.

Sonuç: Diz Çökmenin Ötesine Bakmak

Belçikalı bakanın diz çökmesi, tek başına bir diplomatik başarı değildir. Gerçek başarı, bu sembolik jesti stratejik kazanımlara dönüştürebilmektir. Avrupa, Türkiye’nin gücünü ve stratejik önemini kabul ediyor. Ancak temel sorun; Türkiye’nin bu kabulü ne kadar akıllıca yöneteceği ve “bir parmak bal”ın ötesine geçip kendi çıkarlarını koruyacak kalıcı mekanizmalar kurup kuramayacağıdır.