1504 yılının Şubat gecelerinden birinde Jamaika’nın tropik karanlığında Ay birdenbire kızarır. Yeryüzüne korku çöker. Gecenin ışıltısı bir anda kararıvermiştir. Yerli halk dehşet içinde gözlerini göğe dikmiş, Kolomb’un önünde diz çökmüştür. Kolomb yerlilere der ki: 

-Tanrı seni affetsin diye yalvar!

O sırada Kristof Kolomb  sakince kum saatine bakmaktadır.

Kolomb’un Jamaika’da mahsur kalışı tarihi bir gerçektir. Gemileri bozulmuş, aylarca adada kalmak zorunda kalmıştır. Başta dostane olan yerli halk; daha sonra bu beyaz adamların yalnızca denizleri değil, ellerindekileri de sömürmekte olduğunu anlamıştır. Dolayısıyla yerliler, bu yabancılara yaptıkları yardımları keserler. Kâşif beyler ise aç kalınca gök kubbeden medet ummak zorunda kalırlar.

Ama Kolomb’da bir şey vardır: Bilgi... 

Yanında getirdiği astronomi kitabında 29 Şubat gecesi tam ay tutulması olacağını biliyordur. Bilginin kudretiyle cehaleti hizaya getirmeye karar verir. Yerli önderlerin karşısına geçip Tanrı'nın öfkesini Ay'la göstereceğini duyurur. Ertesi gece gökyüzü kararır, Ay kızıla döner. Yerli halk diz çöker. Dualar, yiyecekler, sadakalar... Ay tutulması 48 dakika sonra biter. Kolomb da Tanrı’nın onları bağışladığını söyler.

O gece Ay neden kızarmıştır? Gerçekte kızgın olan  kimdir?

Kızgın adam; gemileri batmak üzereyken karaya vurmuş Kolomb mudur ya da  Tanrı mıdır, Kolomb ve adamlarına yardım eli uzatmayanlara öfkelenen? Yoksa yerli halk mıdır ki kendi göğüne el uzatan sahte bir peygambere karşı kandırıldığını daha sonra fark eden?

Bu yaşanmışlık gerçekte yalnızca  bir astronomi öyküsü değil; bir iktidar anlatısıdır. Gökyüzünü okuyabilen bir adam, cehaletin karanlığında parlayan bir meşale gibi görünüp aslında sömürünün karanlığını yakmıştır. Çünkü bilgi, adaletle buluşmadığında aydınlatmaz, yakar.

Bugün Kolomb’un yaptığı; verilerle, algoritmalarla, yapay zekâyla süslenmiş bir başka biçimde karşımızda duruyor: Bilenler ile bilmeyenler arasındaki uçurum, yüzyıllar geçse de aynı hileyle, aldatmayla genişletiliyor. Kolomb’un "ay tutulmasının gecesini ve saatini yazan" takvim kitabı bugün büyük veri tabanları, algoritmalar, gözetleme sistemleri olmuştur. O çağlarda Ay tutulmasıyla korkutuluyordu halk, bu çağdaysa “kredi notun düşer”, “sosyal puanın azalır” diyerek diz çöktürülüyor.

İşte burada sormak gerekiyor: Eğer cehalet çoğunlukla köleliği getiriyorsa, bilgi de her an  özgürlüğü getiriyor mu?

Yoksa "bilgi"  bir kez daha Kolomb’un ellerindeki kızıl bir Ay gibi mi? Dijital çağda da insanları korkutup, ürkütüp; sömürü düzenini sürdürüyor mu?