Beka, güven içinde ve güvenceli bir sürdürülebilirlik sorunudur. Bunun için ön görebilirlik kaçınılmazdır. Geleceğe tutunamayan geçmişin sorunlu olduğu kesin. Olmak ya da olmamak sorunu ön görebilmek ve farkındalıkla ilişkilidir. Ön görebilmek önlem alma olanağı sağlar.

Beka sadece yaşayanların değil, gelecekte yaşayacak olanlarında sorunudur. Kızılderili atasözünde vurgulandığı gibi; “Yeryüzü, bize atalarımızdan miras kalmadı, çocuklarımızdan ödünç aldık.” Burada merkeze alınması gereken millet olgusudur. Millet birlikteliğine katılmayanlar (ümmetçiler) beka sorununa neden olur(!)

Beka, özgür iradi katılımlı yaşam birlikteliğini sürdürme halidir. Bu noktada millet olmanın gerek şartlarına dikkat etmemek beka sorununun ortaya çıkmasına neden olur. Ortak varlıklara ilişkin yararlanma ve bölüşüm her koşulda adil ve fırsat eşitliğini gözetir olmalıdır. Özgür iradi katılımcı bireylerin hak ve menfaatleri gözetilmelidir. Varlık ortaklığı, ülke vatandaşlığı ile kazanılır. Bu haklardan yoksun bırakılmak, katılım dışı bırakılmaktır. Bir takım öncelikli hakların kullanılmasına engel olmaktır. Seçme ve seçilme bu haklardandır. Ülke olanaklarından yararlanma, demokratik hakların kullanılması ile ilişkilidir. Söz hakkı olmayan bireylerin yaşama hakkı kısıtlanmış olur.

Varlık ortaklığı, sağlanan genel olanaklardan fırsat eşitliği temelinde yararlanma hakkıdır. Yağmacı madencilik sadece vatandaşların değil; bitkilerin hayvanların haklarını tehdit etmektedir. Doğa onarılamayacak biçimde tahrip edilmekte, hava ve sular zehirlenmektedir. Bu varlık kırımı her koşulda yaşama karşı işlenen suçlardandır. Bize ait olan varlıkları bizim rızamız olmadan ve bilmediğimiz çıkarlar karşılığında elden çıkarılmaktadır. Maden işletmeciliğinde cevher alındıktan sonra doğa eski haline getirilemiyorsa; buna neden olan kayıplar mutlaka görülmelidir. Çevreye ve varlıklara zarar vermeden maden çıkarılamıyorsa, hiç çıkarılmamalıdır. En azından varlıklarımız yağmalanmaz ve var olmaya devam eder. Bir avuç çıkarcı ve yabancı ortaklarının varlıklarımızı yağmalamalarına fırsat verilmemelidir. Kaz dağları ve Ilıç’ta ve öteki illerimizde maden çıkarılan alanlar eski hallerine döndürülebilir mi? Bir avuç insan kazansın diye doğa yok ediliyorsa, ülkede beka sorunu var demektir!

Her beka sorunun temelinde haksızlık, hukuksuzluk, plansızlık, denetimsizlik ve yağmacılık yatar. Sığınmacı sorunu bunlardan biri ve hatta önde gelenidir(!) En kanlı sömürü, yoksulların sırtından gerçekleştirilir. Egemenler bir taşla birden fazla kuş vurur. En başta ucuz emek sömürüsü var. Bu yaklaşım ülkenin emekçilerinin ücretlerini aşağıya çeker, örgütlenmelerini olumsuz etkiler, örgütlenme ve dayanışma düzeyini düşürür. Ücretleri baskılama olanağı yakalayan kapitalistler, asgari ücreti normal ücrete dönüştürür. Adaletsiz paylaşım insanların yaşam düzeyini ve kalitesini düşürür. Bu koşullarda sağlığa ve eğitime erişim zorlaşmakta ve sosyal güvenlik tökezlemektedir. Ve genel koşullar normal yaşamı olanaksızlaştırmaktadır. İşte bu olay ve olgular bir beka sorunu olduğunu göstermektedir.

Ülkede istikrarsızlık var ise; büyük yığınlar sorunlu iken, kazanan küçük bir azınlık sorunsuzdur. Oysa istikrar kişilerin, kurumların veya toplumun belirli kesimleri için değil; tüm ülke için geçerli olmalıdır. Tüm ülkeyi temsil eden geçerlik göstergesi, demokratiklik ve laikliktir. Buna fırsat eşitliği ile adil paylaşımı da eklemeliyiz. Bunu sağlayacak olan ise, liyakatli kadrolardır. Kurumlar yasal gereklilikleri ve ilkelerini dikkate alarak ve ayrım yapmaksızın uygulamalara yönelmeli ve kendisine olması gereken güveni sarsmamalıdır. Kurumlar bir biçimde bozunuma uğrarsa, devletin ayakta kalması zorlaşır(!)

Çürümekle yozlaşmak iç içe geçen süreçlerde bir sarmal olarak ortaya çıkar. Hiç kuşkusuz, öncül olan yozlaşmadır. Bilimden, eğitimden, demokratiklikten, eşitlikten ve liyakatten uzaklaşınca yozlaşma kaçınılmaz olur. Yozlaşma alışılır hallerden olunca, kaçınılmaz olarak çürümeye evrilir(!)

İstikrar ve adalet sözde eşitliğe feda edilmemelidir. Eşitlik adaletin ön gereklerindendir ama tek başına yeterli olmaz. Adalet, paylaşımda fırsat eşitliğini gözettiğinde ortaya çıkar ve kendisini görünür kılar. Bu görünürlük aynı zamanda insani ve toplumsal olumlamadır. Eşitlik adalet ile yaşama uyarlanmaz ise, sadece aksak kalmaz aynı zamanda eşitsizliğin tescili anlamına gelir. Bu durumu bir örnekle tamamlayalım. Varsayalım ki, üç kişi bir çitin arkasından bir şeyler izlemektedir. Bir seksen boyunda olan, çitin üstünden seyirlik alanı görebilmektedir. Bir elli boya sahip olan ikinci kişi çitin üstüne erişemediği için bir delikten alanı görmeye çalışmaktadır. Üçüncü kişi ise, seksenlik boyu ile bulabildiği bir yarıktan alanı görmeye çalışmaktadır. Üç kişinin bu seyircilik hali eşitliğe uymaktadır. Peki, bu eşitlik yeterli midir? Kesinlikle yeterli değil. Olması gereken ne? Eşitliği, fırsat eşitliği ile; yani adaletle takviye etmek gerekmektedir. İkinci kişiye otuz santimlik bir tabure, üçüncü kişiye de bir metrelik bir tabure verebilmektir. Burada koşulları bireylere göre uyarlama bir fırsat eşitliğidir. Bu fırsat eşitliği yaşamın her alanında ve ülke genelinde uygulandığı zaman; temsilde adalet ile yönetimde istikrar ilkesi gerçekleştirilmiş olur. Gerçek beka, bu dengeyi kurarak sürdürebilmektir.

Beka sorunu küçük azınlığın değil, büyük çoğunluğun sorunudur! Çünkü beka sorununu küçük azınlığın çıkarları ve büyük çoğunluğun duyarsızlığı yaratır. Bu koşullarda çözüm, tüm muhalif güçlerin örgütlü mücadeleye katılmasından geçmektedir. Yasaların güvencesinde olması gereken hakların geri alınması gerekmektedir. Bu yasal hak mücadelesine hak kaybı yaşayanların katılması gerekir. Yani beka sorunu topyekun mücadeleyi gerektiren bir olgudur!...