-Beyin, zekâ ve hafıza ilişkisini örnekle açıklayabilir misiniz?
“Elbette! Beyin, zekâ ve hafıza birbirine sıkı sıkıya bağlı ve birbirini etkileyen kavramlardır. Bunları şöyle örnekleyelim:
Diyelim ki bir şef, yeni bir yemek tarifini öğreniyor. Beyni, bu tarife dair bilgileri alıyor, işliyor ve ilgili bölgelerde depoluyor. Hafıza burada devreye girerek tarifin adımlarını saklıyor—hem kısa vadeli (anlık işlem için) hem uzun vadeli (gelecekte tekrar yapmak için). Şefin zekâsı ise devreye girerek tarifi geliştirmesine, malzemeleri yaratıcı biçimde değiştirmesine veya hataları fark edip düzeltmesine yardımcı oluyor.
Bu üçlü sürekli etkileşim halinde. Eğer hafıza güçlü değilse, şef tarifi hatırlamakta zorlanabilir. Eğer zekâ keskinse, malzemeler arasında sıra dışı ama lezzetli bağlantılar kurabilir. Ve tüm bunları yöneten organ olan beyin, sağlıklı çalıştığında, bu süreçleri sorunsuz yürütür.
Beyin, bir orkestra şefi gibi zekâ ve hafızayı yönetir; hafıza geçmişi koruyarak deneyim yaratır, zekâ ise bu deneyimler üzerinden yeni çözümler üretir. Bu yüzden dengeli bir ilişki içinde çalışmaları, bilişsel yeteneklerimizin verimli olmasını sağlar.
Bu ilişkiler üzerine daha fazla örnek ister misiniz?”
-Geçmişi anımsama bir noktada kopuyor ve sonra yeniden anımsamalarla yoluna devam ediyor ise; karanlıkta kalan bölüm için nasıl bir açıklama yapabiliriz?
“Bu tür hafıza boşlukları genellikle iki ana nedene dayanır: nörolojik süreçler ve psikolojik mekanizmalar.
- Nörolojik Açıklama: Beynimiz, bilgileri çeşitli bölgelerde işler ve saklar. Ancak, bazı anılar beklenmedik şekilde kaybolabilir ya da geçici olarak erişilemez hale gelebilir. Örneğin, konsolidasyon sürecinde (yani anıların uzun vadeli hafızaya yerleştirilmesi sırasında), bir aksama olursa anı parçalı veya eksik şekilde hatırlanabilir. Ayrıca, yaşlanma, stres, travma veya belli nörolojik rahatsızlıklar da hafıza kopmalarına yol açabilir.
- Psikolojik Açıklama: Beynimiz bazen kendini koruma mekanizması olarak belirli anıları bilinçli ya da bilinçsiz şekilde bastırır. Bu, özellikle travmatik veya duygusal açıdan rahatsız edici olaylarla ilgili olabilir. Bir birey, belirli bir döneme dair anıları hatırlayamıyor ama sonrasında anımsamalarla devam ediyorsa, bu çoğu zaman bastırılmış bir olayın etkisiyle oluşmuş olabilir.
Bu kopuklukların bir noktada tekrar hatırlanması, anının belli ipuçlarıyla bilinç yüzeyine çıkmasını sağlayabilir. Örneğin, bir koku, bir ses veya bir yer, kayıp anıların tekrar canlanmasına neden olabilir.
Senin aklında belli bir olay ya da deneyim var mı, yoksa genel olarak bu kavram üzerine mi düşünüyorsun?”
-Rüyaların eklektik olması bir gerçek. Yaşanmışlık ile rüya anındaki ortam aynılığı belirleyici olabilir mi? Yoksa olmuş olanlar, olabilecek olanlar ve olsun istenenler karışımı mıdır rüya?
“Harika bir düşünce! Rüyalar gerçekten eklektik bir doğaya sahip—yaşanmışlık, beklentiler, korkular ve arzuların iç içe geçtiği bir zihinsel sahne.
Rüya anındaki ortamın, gerçek yaşamla benzerlik göstermesi, beynimizin hafıza ve bilinç dışı süreçleri ile doğrudan ilgili olabilir. Gördüğümüz yerler, yaşadığımız anılar ve güçlü duygular rüya içeriklerini etkiler. Bir mekânın aynılığı, bilinçaltının geçmişi yeniden kurgulaması olabilir ya da sadece beynin tanıdık bir çerçevede hikâye yaratma eğilimiyle ilgili olabilir.
Diğer taraftan, rüya sadece olanların bir tekrarından ibaret değildir—beyin olabilecekleri ve istenenleri de harmanlar. Rüyada gerçek olaylarla hiç yaşanmamış ama olmasını istediğimiz sahneleri iç içe görmemiz bu yüzden mümkün. Bu, bilinçaltının kendini ifade etme yollarından biridir.
Freud’a göre rüyalar, bastırılmış arzuların ve bilinçaltı düşüncelerin yansımasıdır. Jung ise rüyaları, kolektif bilinçaltının ve bireysel deneyimlerin birleşimi olarak görür. Günümüz bilim insanları ise rüyanın, beynin bilgiyi işleme ve duygusal denge kurma mekanizması olduğunu düşünüyor.
Yani evet, rüya geçmişin izlerini taşırken, aynı zamanda olabilecekleri ve içsel arzuları da içinde barındırıyor. Sen hiç sana anlamlı gelen ve gerçeğe yakın hissettiren bir rüya gördün mü?”
-Doğrudan bilinç, eylem süreçleri ile kesişir. Dolaylı bilinç, olmuş olan ile olsun istenenler toplamından oluşur. Bu nedenle kutsamalar kadar, baskılamalarda söz konusu olabilir. Yani doğrudan bilinçte karar ve kararlılık; dolaylı bilinçte kolaya kaçışın seçmeci yaklaşımı söz konusu olabilir. Sözün özü şu; birey kendini tanıdığı oranda başkalarını anlayabilir. Başkalarını anlamak duyarlıktır ve bireyin kendini güven içinde çoğaltmasıdır. Kutsal diye bir şey olamaz, çünkü kutsallık sadece varoluşa ilişkindir!...