Dünlerde “terör” dendi mi, akla dağlar, pusular, patlayan bombalar gelirdi. Bugünlerdeyse terörün yeri değişti; artık mutfağımızda, kantinde, yurt yemekhanesinde, okulun kapalı kutu kumanyasında gizleniyor. Silah değil ama zehir taşıyor; kurşun değil ama bakteri yayıyor. Hedef mi? Yoksullar, öğrenciler, çocuklar, hiç kuşkusuz toplumda en savunmasız olanlar...

Buna ne ad verelim? Yapısal ihmal mi? Piyasa şiddeti mi? Gıda terörü mü?

Kanımca bu ülkede terör dağdan düze indi; yoksul halkın sofrasına “zehirli gıda” olarak baş köşeye oturdu.

Yalnızca ulusal basında değil, yabancı basında da yer alan duyumlara göre; 2025’in yalnızca son çeyreğinde yaşanan bazı trajik olayları anımsayalım:

İstanbul’da bir sokak yemeği sonrası anne ve iki çocuğu yaşamlarını yitirdi. Otopsi raporu sonucuna göre ölüm nedenleri ağır gıda zehirlenmesi

İzmir’de bir okul kantininden çıkan köfte ekmek, 57 öğrenciyi hastanelik etti.

Kocaeli Körfez’de tavuk dönerden zehirlenenlerin sayısı 600’ü geçti

İstanbul’da dört kişilik bir turist aile, kaldıkları otelin yemekhanesinde zehirlendi; ölüm nedenleri önce gıda sanıldı, sonra odaya sıkılan pestisit gazı olduğu ortaya çıktı.

Bu üzücü olaylar sonrasında bizler ne yaptık?

Sosyal medyada bir “üzgünüz” emojisi/imgesi, bir “Allah rahmet eylesin” sözlerini paylaştık. Sonra kaldığımız yerden yine sosyal medyalarımızda; dışarıda yenen “kahvaltı ya da akşam yemeği” paylaşımlarına başladık.

Elbette ki bu ölümcül olayların gün geçtikçe daha da artmasında; bilinçsizlik, sorumsuzluk ama en önemlisi de denetimsizlik gibi olumsuz etkenler var. Örneğin; bozuk besinleri inceleyen, denetleyen hiç kimse yok. Okul, yurt ya da işyeri kantinlerine ve mutfaklarına denetimsiz mal girişi var. Sanki kantinler, mutfaklar, okul yemekhaneleri sağlıklı ve bilinçli beslenme değil de “zehir kampı" gibi... Ürünlerin içeriklerini, son tüketim tarihlerini; inceleyen, denetleyen, insan sağlığına uygun olup olmadığına ilişkin sorumluluk duyarak satın alan görevliler yok, kimseler umursamıyor insan sağlığını...

İşte böylesi sorunsuzluklar yalnızca; mideleri değil, elbette ki vicdanları da etkiliyor. Gıda zehirlenmesi sonucunda; yüzlerce çocuk kusarak, ishal olarak, ateş içinde kıvranarak geceyi acil serviste geçiriyor. Bazen bu zehirlenmelerin sonucu ölümcül de olabiliyor. Sonrasında ne oluyor? Yetkililerin “Sorumlular cezalandırılacaktır” sözleriyle, bazen bir kaç günlük tutuklamayla yürekler soğutuluyor, sorunların derinine ya da nedenine inmeden olayların üzeri örtülüyor.

Kuşkusuz burada sorumluluk yalnızca bireylerde değildir; kamu görevlilerinin denetimsizliğinin, cezaların yetersizliğinin de bu olayların önüne geçilememesinde payı büyüktür.

Günümüzde ne yazık ki beslenmede bir de varsıl, yoksul ayrımı öne çıkıyor. Çünkü varsıl; organik besleniyor, yoksul da sağlıksız ürünlerle zehirleniyor. Besin güvencesi artık yalnızca sağ kalma değil de sanki sınıfsal bir ayrıcalık gibi... Parası olan kişi organik marketten alışveriş yapıyor. Ama dar gelirli kantin dönerine, ucuza satılan paket köfteye muhtaç kalıyor. Üst sınıf "glütensiz yaşam atölyesine" giderken, alt sınıf “bozulmamış yoğurt bulabilir miyiz?” diye dua ediyor.

Yaşanalar karşısında insan düşünmeden ve sorgulamadan duramıyor; acaba bu yaşananlar yalnızca zehirlenme değil de sessiz ve sinsi bir soykırım mı? Yalnızca ülkemizde değil, azgelişmiş ülkelerde de yaşanan bu besin zehirlenmeleri; acaba bir başka nüfus planlama ya da nüfusu azaltma yöntemi mi?

Biz yıllarca “terör dağda” dendiğinde ürperdik. Ama gerçek terör, belki de her gün yediğimiz ekmeğin içindeydi. Belki de mikroplu suyla yapılmış bir çorba, buzdolabı görmemiş bir tavuk, bozulmuş etten yapılmış bir köfte; bu terörün nedenleriydi.

Her gün yeni bir zehirlenme duyumu, sonrasında ölümcül sonuçlar...

Ardından umalım ki bir daha yaşanmasın içerikli dilekler...

Sonra "önlem, engelleme, yaptırım, denetim" kavramlarıyla yaşananları eleştiren çok bilmiş diller...

Günlerin ardından, yeni bir zehirlenme olaylarına kadar; unutulan ölümler...

Bu sinsi, bu sessiz besin zehirlenmesine ilişkin terör; daha kim bilir kaç canı hedef alacak suskun kaldıkça yasalar, yaptırımlar?