Bir ara sosyal medyada bir espri yaygın biçimde paylaşım buldu. Yaklaşık olarak şöyle bir şeydi; “ABD’de neden darbe olmuyor sorusuna şu yanıt verilmişti; Washington’da Amerika Büyük Elçiliği yok ki!” Ama bizde ABD Büyük Elçiliği olduğu için bütün darbelerimizde onların bıraktıkları izleri görmek mümkündü...
                                                                                                                                                           ABD, güvenliğini, menfaatinin olduğu noktadan başlatıyor. Şirketlerinin çıkarı, ülke çıkarı olarak kabul ediliyor. Bu gerekçelerle hareket edilince ülkeler Pazar, pazarlar ise, çıkarların korunması gereken alanlar olarak kabul ediliyor. Böyle olunca da, demokratik talepler, ulusal çıkarların korunması girişimleri, bağımsızlık hareketleri; ezilmesi, susturulması ve yok edilmesi gereken girişimler olarak değerlendiriliyor. “Dolaylı saldırı” kapsamında değerlendirilen bu hareketler, askeri müdahalelerin de kapısını aralamaktadır. Yardımla başlatılan süreç ikili anlaşmalarla sürdürülmektedir. İkili anlaşmalar ise, müdahale hakkı tanımaktadır. ABD’nin 1960 darbesine müdahale etmemesi darbeye ilişkin bilgisinin olmamasından değil, aksine darbeyi onaylamasından kaynaklanmaktadır. Çünkü “darbeden yalnızca 18 gün önce, 9 Mayıs 1960’ta Pentagonu olağanüstü hallerde müdahaleye yetkili kılan bir başka anlaşma imzalanmıştı. Oysa o günlerde, Türkiye tam bir  “darbe öncesi” atmosferi içindeydi. Hükümete karşı grupların hazırladıkları gizli bildiriler, Ankara ve İstanbul’daki USİS bürolarında, İzmir’deki NATO karargâhlarında görevli muhalif Türk memur ve subaylar tarafından basılıyor ve dağıtılıyordu. ABD, ikili anlaşmalarda ‘dolaylı saldırı’ ve ‘olağanüstü hal’ olarak tanımlanmış bulunan durumdan sonuna kadar haberdardı. Ancak, DP iktidarını gözden çıkaran ABD yeni alternatifler peşinde olduğu için, ikili anlaşmaların kendine tanıdığı müdahale hakkını kullanmamayı yeğlemişti.”(Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi-Cilt, 6- s,1968)Zaten ABD’deki temel felsefe müdahale doğrultusundadır. Johonson Doktrini kuramcılarından Prof. Rostow:”Bütün ulusal kurtuluş hareketleri komünist olmaya mahkûmdur. Bu sebeple ezilmelidir.” Demiştir. Aynı konuda John Mc Dermot ise şöyle diyor: “Ulusal kurtuluş hareketlerinde gerilla metotlarına başvurarak silaha sarılan milliyetçiler yok edilmelidir.(...)isterlerse anti-komünist fikirlerle yola çıkılmış olsun.”( Akt. M.E. Değer-CIA, Kontr-Gerilla ve Türkiye-s,192)
ABD’nin bildiği bir darbeye müdahale etmemesi kendince haklı nedenlerden kaynaklanmış olabilir. Ancak, sonuçları itibariyle beklentisinin gerçekleşmediği ve yanıldıkları söylenebilir.  Özellikle 1961 Anayasası’nı kabul etmeleri beklenemezdi. 
1971 ve 1980 darbeleri ile ilgili olarak ileriye sürülen savlardan biri, 1961 Anayasasının çağdaş ve demokratik oluşu ile ilgilidir. Öteki anayasalarla karşılaştırıldığında bu sav kanıtlanmış olur. Ayrıca bu anayasanın olumlu sonuçları kimi kurum ve örgütler açısından da ileri sürülebilir bu anayasa yeni açılımlara neden olmuştur. Fakat olayda aktif olanların elitler olduğu görülmektedir. Genel çoğunluğu oluşturanların bu pozitif gelişmelerden yeterince yaralandıkları söylenemez. Dahası kazanılmış değil, tepeden verilen hakların içselleştirilmediği görülmektedir. Tepeden verilenler aynı şekilde geri alındığında bu olgu net olarak görülmüştür. Hakları elinden alınanlardan en ufak bir tepki gelmemiştir. Yani anayasal haklar içselleştirilememiştir. Daha açıkçası, kazanımlar bir mücadele sonucu elde edilmediğinden, kaybedildiğinde de bir tepki oluşmamıştır. Tepen verilen haklar aynı şekilde tepeden geri alınmıştır. Demek ki sadece iyi niyet yetmiyor. Yaşanmayan doğal süreçler her aşamada yaşanmamışlığını bir biçimde anımsatıyor.
12 Eylül Darbesi en kıyıcı ve yıkıcı darbelerden biridir, tıpkı Şili darbesi gibi. Benzerlikleri aynı merkezin ürünü olmalarından kaynaklanıyor(!)

12 EYLÜL…
En üstteki, hangi üstünden aldıysa emri,
Apoletlilerce yasaklandı yaşamak;
İkinci bir emre kadar(!)
Tanklar şapkalıydı,
Paletlerinde postallar…
Yığınlar namluların ucundaydı,
O yığınlar ki;
Suçsuz, günahsız sıradanlar!
Ve inadına güzel insanlar!
Apoletlilerce yasaklandığında yaşamak;
İkinci bir emre kadar…
Sorgulandı kanadı kırılan kuşlar,
Ve hayat sustu ikinci emre kadar(!)
Üstümüze gelen tanklar şapkalıydı;
Ve sırtımızdaki paletler postallardan…
Parmaklar tetik düşürmekteyken;
Genç, çocuk ve cahildi insanlar!
Her şey bizim iyiliğimiz içindi(!)
Kimileri için durdu yaşamın zaman sayacı;
Ve önce önde gidenlerimizi öldürdüler!
Baharlar söndü ve döküldü kanatları kuşların!

12 EYLÜL…
En üstteki, hangi üstünden aldıysa emri,
Apoletlilerce yasaklandı yaşamak;
İkinci bir emre kadar(!)
Tanklar şapkalıydı,
Paletlerinde postallar…
Yığınlar namluların ucundaydı,
O yığınlar ki;
Suçsuz, günahsız sıradanlar!
Ve inadına güzel insanlar!
Apoletlilerce yasaklandığında yaşamak;
İkinci bir emre kadar…
Sorgulandı kanadı kırılan kuşlar,
Ve hayat sustu ikinci emre kadar(!)
Üstümüze gelen tanklar şapkalıydı;
Ve sırtımızdaki paletler postallardan…
Parmaklar tetik düşürmekteyken;
Genç, çocuk ve cahildi insanlar!
Her şey bizim iyiliğimiz içindi(!)
Kimileri için durdu yaşamın zaman sayacı;
Ve önce önde gidenlerimizi öldürdüler!
Baharlar söndü ve döküldü kanatları kuşların!

Anayasayı korumak adına ortadan kaldırarak ve bu fiili eyleme karşın; bu suçu, suçladıklarına yıkarak sürdürülen bir akıl dışılıktı 12 Eylül. Aslında bilanço göründüğünden daha ağırdır. Çünkü onun etkileri günümüzde varlığını sürdürmektedir. Bugün yaşadığımız açmazların temelinde 12 Eylül var. Yıllardır o delilerin kuyuya attığı taşları çıkarmaya uğraşıyoruz! 12Eylül, hiç ama hiç hak etmediğimiz yönetimlerin nedenidir!
Yasa tanımazlıklar, baskılar, şiddet ve işkencelerle geldiler savunmasız insanların üstüne…
Ölümler, ayrılıklar ve gözyaşlarıyla, taşkınlara durdu yüreklerimizde kan ırmakları…
12 Eylül erken ölüm demekti; tüyü bitmeyenlerin, yaşı dolmayanların ve yaşama doymayanların ecelsiz ölümleri birde…