Dünya genelinde, özellikle Asya ve bazı bölgelerde görülen erkek fazlası nüfus, sosyal huzursuzluk ve güvenlik endişeleri yaratan ciddi bir demografik sorundur. Bu sorun, bazen ironik dahası tehlikeli "çözüm" önerilerini beraberinde getiriyor. Tıpkı erkeklere kadınlık hormonu verilmesi gibi... Bu tür bir öneri, ne kadar modern ve "bilimsel" görünse de, temel sorunun biyolojik değil, sosyolojik olduğunu göz ardı ediyor.
Bir toplumun en karmaşık sorunlarını basit, kimyasal bir formüle indirgemek, çağımızın en büyük yanılgılarından biri olsa gerek... Sorun; hormon tedavisinin teknik olarak işe yarayıp yaramayacağı değil. Sorun; toplumsal cinsiyet rollerinin, erkeklik algısının ve bunun şiddetle nasıl ilişkilendiğinin ta kendisidir.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve erkek egemenliği; bugün ne yazık ki Türkiye'de de her gün karşılaştığımız kadın cinayetleri gerçeğinin temelinde yatıyor. Erkek fazlası nüfusun yarattığı toplumsal gerilimler, tek başına bir neden olmasa da, bu sorunları daha da derinleştiriyor.
Geleneksel erkeklik rolleri, erkeklere "güçlü", "egemen" ve "denetleyen" olmayı öğretiyor. Bu kalıpların dışına çıkan ya da bu kalıplara uymayan erkekler kendilerini "eksik ya da yetersiz " olarak algılayabiliyor. İşte bu yanlış algı da kadına yönelik şiddeti ve kadın cinayetlerini besleyen zehirli bir altyapıyı hazırlıyor. Bir erkek, kadını kendine ait bir nesne olarak gördüğünde, onu kendi "egemenliğine karşı çıkan bir tehdit" olarak algılayabiliyor. Bu algı, en uç noktada cinayetle sonuçlanan şiddetin kapısını aralıyor.
Bu bağlamda, kimilerinin "erkekleri hormonla yumuşatma" içerikli önerileri; kadın cinayetlerini çözmek şöyle dursun, bu cinayetlerin temelinde yatan sorunu daha da karmaşık duruma getirir. Bilinmelidir ki kadın cinayetleri; biyolojik bir erkeklikten değil, toplumsal bir erkeklikten kaynaklanır. Şiddet ve kontrol arzusu, hormon seviyelerinden çok, toplumsal öğretilerden ve kalıplaşmış rollerden beslenir.
Bu soruna ilişkin gerçek çözüm ne? Elbette, hormon tedavisi değil. Gerçek çözüm; daha adil ve eşit bir toplum oluşturmaktan geçiyor. Örneğin;
Okul öncesinden başlayarak, cinsiyet eşitliği ve sağlıklı ilişkiler konusunda kapsamlı bir eğitim verilmeli... Erkek çocuklara şiddetin bir çözüm olmadığı, kadınlarla eşit bireyler oldukları ve duygularını anlatmanın ve gerektiğinde insanca göz yaşı dökerek dolu, dolu yaşamanın bir güçsüzlük olmadığı öğretilmeli... Şiddete sıfır tolerans gösteren, kadınları koruyan ve failleri cezalandıran caydırıcı yasalar ve politikalar yaşama geçirilmeli... Bilinmelidir ki kadınların ekonomik ve sosyal alanda güçlendirilmesi, toplumsal eşitliği sağlamada kilit bir rol oynar. Erkeklik rollerini sorgulayan, "erkek adam ağlamaz" gibi klişeleri yıkan ve erkekleri de şiddet karşıtı eyleme ortak eden kampanyalar ve çalışmalar yürütülmeli...
Hormonla "yumuşatılmış" bir erkek nüfusu, kadın cinayetlerinin olmadığı bir toplum yaratamaz. Kadın cinayetleri, erkeğin biyolojisinden değil, zihniyetinden/düşüncesinden/
Unutmamak gerekir ki, toplumsal cinsiyet eşitliği reçeteyle satılmaz. Bu, köklü bir düşünsel değişiklik ve kültürel bir devrim gerektirir. Eğer böyle bir toplumsal değişme gerçekleştirilirse; ne erkek fazlasının yarattığı sorunları ne de kadın cinayetleri gibi utanç verici gerçekleri konuşmak zorunda kalmayız.