Çok uzak diyarlardan gelmişlerdi…

Güneşe, kuma ve denize…

Tarihe ve evrensel kültürün içine…

Bir umudun adıydı onlar için Didim…

Yaşamlarının son deminde solumak istiyorlardı temiz havayı…

“Ev”lendiler Didim’in her köşesinden…

Onlar evlendikçe köşeyi döndü Didimli yap-satçılar…

Onbinleri buldular kısa sürede Didim’in sınırlarında…

Doldurdular kahveleri, barları, lokantaları

Pazarları ve alışveriş merkezlerini…

Çok mutluydu, mobilyacılar, beyaz eşya satıcıları, perdeciler…

Döviz akmaya başlamıştı dört mevsim Didim’e…

Yavaş yavaş girmeye de başlamışlardı sosyal yaşamın içine…

Çıktılar, doğa yürüyüşçüleriyle birlikte kırlara, dağlara, bayırlara…

Bayramlarda, seyranlarda, festivallerde hep varlardı bizimle beraber…

İştahını kabarttı bu düzen hırsızların, dolandırıcıların, sahte ustaların ve benzerlerinin…

Soymaya başladılar onların ceplerini, mallarını mülklerini ve en kötüsü de duygularını…

Canları çok yanmaya başladı süreç içinde…

Yerel yönetim çözüm üretmekten çok uzaktaydı veya farkında değildi gelişmelerin…

Bir boşluk vardı yasalarda yönetmeliklerde onlara yönelik…

Bu boşlukları da iyi değerlendiriyordu üçkâğıtçılar…

Ve umuda yolculuğun sonuna geldiğini anlamaya başladılar…

Satmaya başladılar evlerini teker teker…

Bu durumda daha da kabardı Didimli emlakçıların iştahları…

Ve İngilizler gittiler…

Bu, Didimlilerin büyük ayıbı ve kaybıydı…

Şimdi Didim’in kahveleri, barları, lokantaları, alışveriş merkezleri onlarsız…

Gittiler…