İnanmaya hazır olanlalar, aldatılmaya yakın olanlardır. İnanmak insanlar için bir olmazsa olmaz iken; önemli olan, doğru olana inanmaktır. İnanmak, yaşama ilişkin tüm olay ve olgularla birlikte inançları da kapsamaktadır. İnanmak gerek ve yeterli koşulları taşımıyor ise, yarardan çok zarar verir. Bu zararlar, insanlık ailesini olumsuz olarak etkiler. Doğayı ve öteki varlıkları da olumsuz olarak etkiler.

Bilinçli ve bilimsel olan, hukukla ve ahlakla çelişmeyen inanmalardır söz konusu olan. Aksak, noksan ve yanlış inanmalar en çok doğrulara ve yaşama zarar verir. Oysa inanmak en önemli insani gerekliliklerden biridir. İnanmak güven içinde olmanın gereğidir. İnanmak olgusu, iyiye, güzele, istenir ve etik olanlara yönelik olmalıdır.

En uzun süre varlığını koruyan yalanlar genellikle inanç temelli olur. Tabular bunun tipik örneklerinden biridir. Ayrıca inançlar bir dokunulmazlık zırhına sahiptir. Bu koruyucu zırhın görevi soru savanlıktır. Sorulmaz, tartışılmaz, eleştirilemez, sadece kabul edilir(!) Bilimsel olanla çelişkisi bu noktada başlar.

İnanç yeterli ve tutarlı olmaz ise, bundan inanalar zarar görür. Ziya Paşa şöyle demişti;” İçin çürükse destek nene gerek, destekle birlikte sende çökersin!” Yani inanılan şey sağlam temellere dayanmalıdır. Kısaca vurgulamak gerekirse, inanılan şeyler akılcı ve bilimsel olmalıdır. Ayrıca bazı gerçeklerin doğru olmak gibi bir zorunlulukları yoktur. Yalan ve yanlış şeylere inananlar insanlığa, doğaya, öteki varlıklara ve yaşama zarar verir!

İnanç ve Sorumluluk Arasındaki İnce Çizgi.

İnanç, yalnızca bireyin iç dünyasında yankılanan bir duygu değil; toplumsal yapıyı şekillendiren, kararları etkileyen ve yaşam biçimlerini belirleyen bir güçtür. Bu nedenle, inanç yalnızca kişisel bir mesele olarak ele alınamaz. Her inanç, bir davranışa dönüşme potansiyeli taşır. Ve her davranış, başka bir yaşamı etkileyebilir.

İşte bu noktada, inancın etik sorumluluğu devreye girer. Bir şeye inanmak, onu doğru kılmaz. Doğru olanı aramak, sorgulamak ve gerektiğinde inancı yeniden şekillendirmek hem bireyin hem toplumun ahlaki yükümlülüğüdür. Aksi takdirde, inançlar dogmalara dönüşür; dogmalar ise düşünceyi değil itaati besler. İtaat yaşama, laikliğe ve demokrasiye değil, otoriterliğe yol verir(!)

Bilgiyle Yoğrulmamış İnanç: Tehlikeli Bir Güçtür.

Bilgiyle desteklenmeyen inanç, kolayca manipülasyonun aracı haline gelir. Tarih boyunca nice savaşlar, ayrımcılıklar, baskılar ve zulümler inanç kisvesi altında meşrulaştırılmıştır. Bu yüzden, inanç ile bilgi arasındaki bağ koparıldığında, inanç artık bir erdem değil, bir tehdit haline gelir.

İnanç, aklın ve vicdanın süzgecinden geçmelidir. Sorgulanmayan inanç, körleştirir. Sorgulanan inanç ise dönüştürür, geliştirir, iyileştirir. Gerçek inanç, değişime açık olandır. Çünkü hakikat, durağan değil, dinamik bir süreçtir.

Umut Veren Bir İnanç Mümkün mü?

Evet, mümkündür. İnanç, eğer adaletin, eşitliğin, özgürlüğün ve yaşamın kutsallığını temel alıyorsa; eğer doğaya, öteki varlıklara ve insan onuruna saygı içeriyorsa, umut veren bir güce dönüşebilir. Böyle bir inanç, sadece bireyi değil, toplumu da iyileştirir. Dünya insanlık ailesinin ve tüm öteki varlıkların yararına olur.

İnanmak, eğer etikle, bilgiyle ve vicdanla birleşirse, bir kurtuluş olabilir. Aksi halde, bir yanılsama olarak kalır. İnanmak, olabilirliklerin önünde bir engel olmamalıdır.