Öncelikle bir temel gerçeği hatırlatalım; işkence her koşulda bir insanlık suçudur! İşkencelere gerekçe üretmek, suça ortak olmaktır. Dahası, hiçbir işkenceye bir haklı gerekçe gösterilemez. Ortada bir suç var ise; suçlama demiyorum o takdirde suçun cezasını yargı verir. Hiç kimsenin bir başkasını cezalandırma hakkı ve yetkisi yoktur ve olamaz! Eli- kolu bağlı insana eziyet etmek cezalandırılması gereken bir suçtur!
12 Eylül sonrası yazmış olduğum bir şiirimi okurlarımla paylaşmak istiyorum. Bunun nedeni, işkenceye ilişkin söylemlerin artmış olmasıdır. Yığınla sorun olsa bile, işkence görmezden gelinecek bir sorun değildir.


TUTUKLU…
Kuş uykusundaydı günlerdir.
Sokağın ayak sesleri basardı yüreğine,
İncecik, kırılgan çizgisinde yaşamın…
Bir motor sesi parçaladığında geceyi,
Binlerce parçaya bölündü kuş uykusu!
Savruldu geceye korkulu rüyalar…
Hıçkıran zil sesine eşlik etti tekmeler!

Yürüdüler kirli postallarıyla,
Didiklediler sandıkları, dolapları.
Ezdiler halıları, yüklüğü yıktılar!
Ve kitapları da tutukladılar onunla birlikte!
Arabaya sürüklenirken, kelepçeliydi,
Tekmeler geldi saldırılarla birlikte,
Gözlerini bağlarken, küfürleri yinelediler!

El yordamıyla yürürken, komutlar veriliyordu!
“Basamak var”, “kafanı eğ”, “dikkat et” gibi.
Yürüyüş sanki yıllarca sürmüştü,
Ve sonra algıladı acılı insan sıcağını!
Her yandan canhıraş sesler geliyordu.
O yaşarken bilinmezliğin şokunu;
Bir tekme savruldu apış arasına.
Acı ikiye katladı savunmasız bedenini.
Karanlıkların dipsiz kuyusunda buldu kendini.
Delice çarpan yüreği sanki yerinden fırlayacaktı;
Ve haykırışları düğümlenip kaldı gırtlağında!
Bir gelincik tarlasına döndüğünde bedeni,
Silme acıya boyanmıştı savunmasız giysileri!
Külçe gibi yere yıkılırken yitirdi bilincini!

Soğuk ve sert bir zeminde geldi kendine.
Felç olmuş gibi kaskatı kesilmişti bedeni.
Yanı başında henüz soğumamış bir falaka,
Karşı duvarda acıları tüten bir Filistin askısı;
Yer yer yarılan tabanında kan pıhtısı…
Coplar, kablolar ve bir telefon manyetolu!

İşkenceciler görünce onun kıpırdadığını,
Hoyratça yakalayıp, kollarından kaldırdılar.
Bastığı zemin acıtarak batarken tabanlarına,
Bir azman çığlıklar atarak bindi sırtına!
Dizleri büküldü ve yere kapaklanacakken,
Öteki işkenceciler kavrayıp kollarından,
Yerde biriken tuzlu sularda gezdirdiler!
Ve bir süre sonra kesildi dizlerinin feri;
Sanki bedeninden omurgası sökülmüşçesine,
Yığılıp kaldı yere duyarsızlaşan bedeni.
Yaptıkları işten zevk alan işkenceciler,
Bayılan tutukluyu bir hücreye sürüklediler!

Utançlı gecenin geç bir saatiydi.
Tutuklu yattığı yerde titreyerek kendine geldi!
Sanki asırlarca çiğnenmişti bedeni.
Ve anımsadı bir gecede yaşadığı yılları…
Kulaklarında patlayan çığlıkların karanlığı…
Acı zehirli bir yılan gibi çöreklenmişken yüreğine!
Dolunay ak karnını hücrenin göğüne astı.
Işıdı soğuk taşlarda biriken kan lekeleri;
Canlandı kazıntı satırları kirli duvarların…
Ve dolunay hücrenin karanlığına sarktı!
Yer yer çözüldü karanlığın çürüyen teni.
Tutuklu ay ışığına ve karanlığa baktı.
Ansızın dinamitlendi yorgun yüreği,
Eridi demir kapı, çözüldü taş duvar…
Silkindi kaslarına sinen acılardan,
Usulcacık çekti pimini düşüncelerinin;
Ve onları ayın aydınlığına bıraktı!
Anımsadı albenisini gökkuşağının,
Yaşamın renklerini ve kokusunu karanfillerin!