Dinamik bir hukuk algısı yazılı olanla yetinmeyip; olması gerekenleri devreye sokabilendir. Hukukçuyu bağlayan en önemli kural, hukukun üstünlüğü kuralına uymaktır! Bu üstünlük kuralının kapsamında; tüm varlıkların var olma hakkı önde gelenlerdendir. Hukukçu öncelikle insanı ve insanın varlığını üretip sorunsuz olarak sürdürebileceği ortamları dikkate alarak gözetmek zorundadır! Dünya insanlık ailesinin yararı ve çıkarları, öncelikli olarak gözetilmesi gerekenler arasındadır.
“İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmak ve bunu Danıştay’a onaylatmak gibi, kadın hakları başta olmak kaydıyla insan haklarını zedelemek, yargıyı tam denetime alarak, Seçim Kurulları da dâhil olmak üzere, bütün devlet olanaklarını, sandıkları iktidarın denetime alacak biçimde kullanmak hazırlığı.
Bu hata sadece kadınların öldürülmesini teşvik ettiği ve artırdığı için “ölümcül” değil, aynı zamanda iktidarın sonunun geldiğini vurguladığı için de “siyasal anlamda” iktidarı bitiren bir yanlış!
Çünkü bu hazırlık toplumda, seçmenlerin en büyük kesimi olan kadınları iyice kızdırıyor ve demokrasiye dönüş için siyasal bir seferberlik yaratıyor.”(EMRE KONGAR-CUMHURİYET, 21.07.2022)
Kişilerin veya bir grupların çıkarları karşısında kamu yararı gözetilmelidir. Hukukun üstünlüğü kapsamında önce evrensel kurallar ve sonra da kamusal yararlar bağlayıcıdır. Hukukçu kişisel çıkarlarını(korkma ve kaçınma) hukukun önüne koyduğu an, hukuk kan kaybetmeğe başlar. Bir grubun çıkarlarını gözettiği an, çoğunluğa karşı işlenen bir suçun faili olur(!) Buradaki sorumluluk her koşulda sıradanların sorumluluğunu aşar.
“Tarikat ve cemaatlerin isteği doğrultusunda İstanbul Sözleşmesi’ni fesh eden ve Danıştay’dan da bu doğrultuda karar çıkarttıran AKP iktidarı Türkiye’ye bir kötülük daha yaptı. Tabii bu karara imza atan hakimler de… AKP ilk imzacısı olduğu “İstanbul Sözleşmesi”ni kaldırtarak potansiyel katillere cesaret verdi. Danıştay ise hukuk devletinin tabutuna bir çivi daha çakarak cumhurbaşkanlığı makamını sınırsız yetkisi olan, ‘denetlenemez’ ve ‘frenlenemez’ bir organ haline getirdi.”(Barış Yarkadaş, 21.07.2022-KORKUSUZ)
Hukukçu sadece hukuktan yana taraf olabilir. Hukukçu açıkça egemenlerin ve tiranların hizmetine girerse; toplumun varlığını sürdürmesi güçleşir.
“Danıştay’da hâkimler, hukukçular var fakat yetki azınlıkta. İstanbul Sözleşmesi karşıtlarının bir avuç marjinal sayılmasıyla paralel şekilde cübbesini ilikleyenler azınlıkta görünüyor bu ilk kararda.
Evet, diktatoryanın ilanı olarak nitelediğim kısma gelirsem; gerekçede uluslararası antlaşmaların onay ve çıkış yetkisinin Cumhurbaşkanına ait olduğu görüşü yer alıyor. Yetkide ve usulde paralellik ilkesini yok saydığı gibi anayasada açıkça yer almayan bir yetki kullanımını Cumhurbaşkanına gümüş tepsiyle sunduğu için diktatoryanın hukuk zeminini oluşturdu bu karar. Ve bu haliyle dört duruşma boyunca, Cumhurbaşkanı savunmanı olan Milletlerarası Antlaşmalar Daire Başkanınca tekrar edilmiş savunmaya son derece uyumlu bir gerekçe yazıldığı görülüyor. Ki savunman duruşmalarda “Cumhurbaşkanı kararı yargı denetiminin dışındadır” sözüyle dikkat çekmişti. Şimdi karar Cumhurbaşkanı kararlarına yargı masuniyeti tanımadı mı? İstanbul Sözleşmesine dair verilecek karar Türkiye’nin geleceğine dair karar vermek olacaktır dedik yıllardır. İşte şimdi geleceğimiz önümüze konmuş oldu bu kararla. Sözleşme’nin önemini kavrayamayan herkes şimdi kameraya gülümsesin ve diktatoryaya merhaba desin!”(BERRİN SÖNMEZ, DUVAR. 21.07.2022)
Hukukçu, yaşama karşı sorumluluğunun bilincinde olan, bu nedenle de temel hakları gözetmekle yükümlü olan bir görevlidir. Hukukçu inançları koruyup gözeten fakat herhangi bir inancın hizmetinde olmayandır. İnanç kişisel, inançlar toplumsaldır. Toplumların varlığı kaçınılmaz olarak farklılıkların birlikteliğini gerektirir. Bu nedenle, farklılıkların her koşulda korunması gerekenler olduğu unutulmamalıdır!
Hukukçunun olduğu yere hukuksuzluk girmemelidir!