Dijital çağda yaşıyoruz, evet. Ama bu çağ; yalnızca telefon ekranına dokunmakla ya da sosyal medyada anlarınızı geçirmekle açıklanamaz. Bu çağ, aynı anda görünmeyen ama her yere sızmış bir iktidarın çağıdır. Kodun iktidarı... Algoritmanın hükmü... Ve evet, artık yalnızca “bizi yönetenler” yok; “bizi hesaplayanlar” da var.

Dünlerde, dijital çağ öncesi günlerde; iktidar dediğimiz şey saraylarda, meclislerde, kararnamelerdeydi. Bugünse veri merkezlerinde, yapay zekâ motorlarında, karar ağlarında dolaşıyor. Dijital kuram dediğimiz şey, yalnızca teknolojiye değil; iktidara, demokrasiye, hatta kimliğe dair yeni bir düşünme biçimi öneriyor.

Ama soralım:
Bu sistemleri kim kuruyor?
Algoritmaları kim yazıyor?
Şeffaflık dediğimiz şey, gerçekten şeffaf mı?
Yoksa yalnızca bize mi öyle görünmek isteniyor?

Artık herkes her yerde; sosyal medyada, mobil uygulamalarda, dijital devlet sistemlerinde… Ama gerçekte hiç kimse hiçbir yerde tam anlamıyla özgür değil. Neden mi? Çünkü bu sistemler katılımı taklit ediyor, özgürlüğü simüle ediyor. Oysa arka planda yalnızca etkileşim değil, aynı anda müdahale (karışım) de var.

Amazon sana ne alacağını söylüyor, Spotify ne dinleyeceğini, X (eski Twitter) ne düşüneceğini, ChatGPT bile ne yazacağını... Bu yeni düzende birey, özne değil kullanıcı; yurttaş değil veri noktası...

Peki, demokrasi nereye sığar bu denklemde?
Seçimlere mi, yoksa beğeni algoritmalarına mı?

Bir düşünün:
Dünlerde “devletin derinleri” konuşulurdu, şimdi “veri madenciliğinin karanlık dehlizleri” konuşulmalı.
Dünlerde sansür kitapla olurdu, şimdi sansür görünmez algoritmalarla, sosyal medya filtreleriyle oluyor.
Dünlerde fişleme fizikîydi, şimdi dijital izlerimizle yapılıyor.
Dünlerde propaganda mitingde olurdu, şimdi akışlarda “önerilen içerikler”le yapılıyor.

*Yeni Leviathan, dijitaldir.
Görünmezdir, ama her yerdedir.
Algoritmadır, ama ideolojisi vardır.
Tarafsız görünür, ama seçicidir.
Otoriter değildir ama rıza üretir.
Seninle konuşur gibi yapar, ama seni konuşturmaz.

Ve biz, dijital yurttaşlar, bu ağın hem ürünü hem tüketicisiyiz.
Siyaset dijitalleşti ama dijital olan her şey demokratikleşmedi.
Ekran büyüdü, ama insanın düşüncesi/düşündükleri/düşündüklerini söyleme özgürlüğü daraldı. Hız arttı, eleştiri azaldı.
Veri çoğaldı ama anlam azaldı.

Şimdi bir seçim yapmak zorundayız:
Ya bu sistemin görünmez izleyicileri olmayı sürdüreceğiz ya da dijitalin kodlarını sorgulayan, algoritmaların yönlendirmesini reddeden, “düşünen kullanıcılar” durumuna geleceğiz.

Kimi an bir satır kod, bir yasa maddesinden daha çok yaşamımıza dokunuyor artık.
Kimi an bir filtre, bir mahkeme kararından daha etkili olabiliyor.
Bu nedenle “dijital kuram” yalnızca akademik bir kavram değil; bir varoluş biçimi, bir direniş hattı ve bir farkındalık meselesidir.

Elbette ki

Teknolojiyi sevin, ama tapmayın.
Veriyi kullanın, ama size nasıl kullanıldığınızı da sorun.
Sorgulamadan kabul ettiğiniz her “akıllı sistem”, sizi biraz daha akılsızlaştırır.

Unutmayın: Algoritma objektif değil; kod da masum değil.

Ve bazen en büyük iktidar, en sessiz çalışandır.

Bu arada günümüzde iktidar; sinsice düzeni ele geçirendir.

Düzeni değiştireceğiz diye kendini yoran, yıpratan devrimcilere geçmişler olsun; düzen çoktandır değişti, ele geçirildi, bilginiz olsun.


*Bir açıklama:

"Yeni Leviathan dijitaldir" sözü, şu anlama gelir:

Geleneksel devlet iktidarının yerini ya da ondan çok daha güçlü bir şekilde yanına, görünmez, her yere nüfuz eden, tarafsız görünümlü ama son derece ideolojik olan, itaati zorla değil rıza ile sağlayan dijital bir sistemler ve algoritmalar ağı almıştır. Bu yeni iktidar biçimi, modern yaşamımızın en baskın düzenleyici gücüdür.

Bu durum; distopik bir gelecek senaryosu değil, içinde yaşadığımız şimdiki anın bir gerçeğidir.