“İnsanlar, kötülüğü yalnızca şeytanî bir niyetin eseri sanıyor. Oysa kötülük, düşünmemenin sonucudur.”
— Hannah Arendt
Son zamanlarda dikkat çekici bir şey oluyor: İnsanlık kötülüğü yeniden keşfediyor. Raflarda Tony Judt’un Kötülük Kol Gezerken kitabı, dijital mecralarda Harari’nin “Gerçek cezalandırmaz, sen harekete geç” çağrısı ve zihinlerimizde İkinci Dünya Savaşı sonrasından günümüze değin yankılanan Arendt’in Kötülüğün Sıradanlığı uyarısı... Sanki hepimiz aynı soruyu sormaya başladık:
Ne oldu bize? Kötülük neden bu kadar sıradanlaştı ve hızla yayılıyor?
Bugünün kötülüğü artık ayak sesleriyle değil, parmak izleriyle geliyor. Klavye vuruşlarıyla, algoritmalarla, ekran ışığında büyüyor. Otoriter liderlerin nutuklarında değil yalnızca; WhatsApp gruplarında, YouTube yorumlarında, sokakta kadınlara atılan bakışlarda da kendini gösteriyor.
Arendt’in KÖTÜLÜĞÜN SIRADANLIĞI adlı çalışmasında yer alan ünlü Eichmann gözlemi, tarihin en sarsıcı çıkarımlarından biriydi: Büyük kötülük, büyük canavarların değil, küçük memurların işidir. Düşünmeyenlerin, sorgulamayanların, "emir kuluyum" diyenlerin... Bugün o "emirler" artık otoriteden değil, ekranlardan, haber akışlarından, yanlış bilgiyle şişirilmiş egolardan geliyor. Yine düşünmeyenler iş başında. Ama bu kez emirler dijital.
Bugünlerde kitap raflarında gözüme çarpan Tony Judt'un KÖTÜLÜK KOL GEZERKEN adlı çalışmasıysa daha kolektif bir teşhiste bulunuyor: Toplumsal hafızanın çökmesiyle, ortak vicdanın yerini "bireysel çıkarlar" aldı. Neoliberal çağ, bizi sadece tüketen değil, aynı zamanda susan varlıklara dönüştürdü. Ve bu suskunlukta kötülük, bir hayalet gibi kol gezmeye başladı. Ne demişti o eski deyiş: Şeytan ayrıntıda değil, suskunlukta gizlidir.
Harari ise kötülüğün yeni taşıyıcısını gösteriyor: Edilgenlik. 2024’te The Guardian’da yayımlanan bir söyleşide Harari şöyle diyor:
"Gerçekliğin kendi başına kazanacağını sanmak büyük bir hatadır. Eğer yanlış politikalar destekleniyor, mantıksız fikirler savunuluyor ve gerçekler çarpıtılıyorsa, gerçeklik bunları cezalandırmaz. Tarih böyle işlemez."
Harari'ye göre insanlar dünlerdeki romantik ve güzel günlerdeki gibi şuna inanıyor: “Gerçekler sonunda kazanır.”
Oysa Harari uyarıyor: Hayır, gerçekler kendi başına kazanmaz. Yalanlarla savaşmazsak, sahte liderleri teşhir etmezsek, cehaletle mücadele etmezsek; gerçekler değil, sahtekârlık kazanır. Tıpkı salgınlarda olduğu gibi, kötülük de yayılmak için pasif bedenler arar.
Bugün kötülük yalnızca ideolojik bir sorun değil; sosyolojik, psikolojik ve dahası teknolojik bir salgın. Ve ne yazık ki, virüslerden hızlı yayılıyor. Çünkü virüsler hücreye gereksinim duyar, kötülük ise yalnızca bir boşluğa...
Vicdan boşluğuna. Hafıza boşluğuna. Cesaret boşluğuna.
Peki çözüm ne?
Arendt, Judt ve Harari’nin birleştiği tek nokta şu: Düşün. Anımsa. Diren.
Kötülüğün karşısında kahraman olmak gerekmez. Düşünen bir insan olmak yeter. Anımsayan bir yurttaş olmak yeter. Direnen bir kalp olmak yeter.
Çünkü kötülük sıradanlaştığında, iyilik direnişe dönüşür.
Çünkü kötülük yalnızca kötüler tarafından değil, suskunlar ve seyirciler eliyle büyür.
Ve bir gün herkesin kapısını çalar.