Şu günlerde Taliban’ın Afganistan’a hakim olması dahil ve iktidarın fırsatını bulduğu her anti-laik girişim toplumda laiklik üzerine tartışmaların sürmesini tetiklemiştir.  Ancak Yargıtay’ın dualı açılışı bu tartışmaları bir üst düzeye taşımıştır.
Bunlar yalnızca görünenler; tarikatların özellikle “sıbyan okulları” için devasa inşaat projelerini hayata geçirmeğe başlaması, Milli Eğitim’in dinsel eğitim için binlerce kitap hazırlığı anti-laik çalışmaların ürkütücü boyutlarını gösteriyor.
Medya – siyaset düzleminde olduğu kadar halk arasında da laiklik meselesi dilden düşmüyor.  Ancak kanımca bu meseleye köktenci bir tarzda yaklaşılmıyor.  Birkaç gün öncesi.  4-5 arkadaşla sohbetteyiz.  Birisi laiklik meselesiyle ilgili iktidarın tutumunu eleştirmeye başladı.  Konuşma, bir diğerinin tepkisini çekti; “Arkadaşlar, bana söyler misiniz, laiklik nedir?” dedi.  Bir sessizlik oldu.  Sonra tartışmayı başlatanın cevabı klasik oldu: “Laiklik din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır.”
Cevap tatmin edici değildi.  Katkı vermek için Atatürk’le ilgili bir olayı anlattım.
Atatürk bir Anadolu gezisindedir.  Bir toplantıda softanın biri yılışık bir tarzda sorar:
-Paşam laiklik nedir?
Paşanın yanıtı kısa ve nettir:
-Laiklik adam olmaktır, adam.
Ata’nın “adam” dediği; hayatı, dünyayı bilimin aydınlığında gerçek yüzüyle tanıyan ve yaşantısına yansıtan çağdaş insandır.  Bilim ile dinin insanlık dünyasına egemen olma mücadelesi yüzyıllar boyu sürmüş, Batı dünyası öncülüğünde bilimin rotasına girilmiş ve bunun adına da “laisizm” denmiş.
Bu kadar açık bir mesele neden yüzyıllar boyu insanlığa problem olmuş ve daha önemlisi hala niçin hız kesmeden tartışılıyor?  Laikliğin ayırdına varılması için cevap bulması gereken soru budur.
Çünkü meselenin temelinde “iktidar olma” mücadelesi var.  Başka tür bir söylemle; tarihte ve günümüzde yapılan din içerikli savaşlar ve tartışmalar bir iktidar mücadelesinden başka bir şey değildir.  Egemenler, toplumda nüfuz sahibi din adamlarının desteğini alarak ve bir dinden ya da o dinin bir mezhebinden yana gözükerek yüzbinlerce insanı kendi iktidar emeli için sahaya sürmüş ve sürmekteler.  Bu konuda Avrupa’da Yüzyıl Savaşları, Asya’daki imparatorluklar dönemi örnek verilebilir.  Moğolların, Türklerin, Farsların birbirleriyle iktidar mücadelesi “İslam-Budizm” ya da “Şii-Sunni” ayrımı temelinde yaklaşık on asır sürmüş; ülkeler harebeye dönmüş, milyonlarca insan telef olmuştur.
Günümüzde muhafazakar ve bir o kadar işbirlikçi kesimler geçmişten gelen iktidar konumlarını sürdürebilmek için aynı taktiği kullanıyorlar; laikliği “dinsizlik” olarak algılatarak halk tabakalarının desteğini sağlamağa çalışıyorlar.
Gerçekte onların dinsel bağları gösterdikleri gibi sağlam değildir.
Sıradan insanlar bunu bir anlayabilse, laiklik tartışmaları kendiliğinden sonlanacaktır.