(Didim'deki kılık kıyafet Devrimi üzerine, daha önce yayımladığım bir anı-öykümü tekrar siz okurlarıma sunuyorum. )

HANİ ELİNİZDE ÇİÇEK !…

Çok heyecanlıydım.

Sabaha kadar da heyecandan doğru dürüst uyuyamamıştım.

Almanya’da görevlendirildiğim okulumda göreve başlayacaktım.

İtina ile sakal tıraşımı oldum saç, yüz ve diş bakımımı yaptım.

Daha borcunu bile ödemediğim lacivert takım elbisemi giydim.

Elbiseme ve gömleğime uyan bir kravat taktım. Ayakkabılarımı da ayna gibi yaptım.

Bakanlığımızın yetkilileri, siz Türkiye’yi dışarıda temsil eden birer elçi sayılırsınız diyerek;

üzerimize büyük bir yük ve sorumluluk yüklemişlerdi.

Siyah deri çantama ders kitaplarımı yerleştirdim.

Sokağa çıkarak, okulumun bulunduğu semte gidecek otobüsü beklemeye başladım.

Durakta otobüslerin hareket saatleri yazılıydı. Otobüslerin çok dakik olduğunu bize söylemişlerdi.

Daha zaman vardı. Duraktaki yolcular dönüp dönüp bana bakıyorlardı. Rahatsız olmuştum. Acaba çok abartılı mı giyinmiştim.

Otobüste, okulda nasıl karşılanacağımı, öğrencilerimi, Alman öğretmenleri ve tavırlarını merak ediyor, çok heyecanlanıyordum.

Türkiye’den geldiğimiz günden beri güneşli güne hasrettik. Hava yine basıktı ve insanın içini karartıyordu. Bu durum heyecanımla birleşince hafifçe terlemiştim bile.

Alman ilkokulunun (Grundschule), kapısından içeri girdiğimde, daha önce koordinatör öğretmenimizle geldiğimizde tanıştığımız, okul müdürünü görmek beni sevindirdi. Müdür beni güler yüzle selamlayarak karşıladı. Müdürün üzerinde; kot pantolonu ve bir atölye gömleği vardı. Ama her nedense bana tuhaf tuhaf bakıyordu.

Beni Alman meslektaşlarımla tanıştırmak için, öğretmenler odasına götürdü.

İçerde kalabalık bir öğretmen grubu vardı. Öğretmenler odası oldukça büyüktü. Büyük bir kitaplığı, buzdolabı. bulaşık makinesi ve öğretmenlere ait dolaplar dikkatimi çekti. Öğretmenler , “U” şeklindeki masanın etrafındaki koltuklarda, çaylarını, kahvelerini içiyorlardı. Kendi aralarında da bir sohbet vardı.

Müdür dâhil hiç kimsede kravat yoktu. Çoğunda kot pantolon vardı. İçlerinde uzun sakallı olanlar da vardı. Kadın öğretmenler de genellikle spor kıyafetler giymişlerdi. Çoğunluk elli yaşlarının üzerindeydi. Hele şişmanca kadın öğretmenin biri benim annemden daha yaşlı gösteriyordu.

Müdür, kısa cümlelerle beni tanıttı. Herkesin gözü benim üzerimdeydi. Okullarında çalışacak ilk Türk öğretmeniydim.

Meslektaşlarım, teker teker hoş geldin aramıza dediler. Almancam bu tür konuşmalar için yeterliydi.

Yaşlı kadın öğretmen, gözlerini benden ayırmıyor. Bana pek iyi de bakmıyor gibiydi.

“Hani elinizde çiçek” dedi yaşlı kadın öğretmen.

Öğretmenler, kahkahayı bastı. Herkes katıla katıla gülüyordu.

Ben bozulmuştum. Benim bu espriyi anlamadığımı, kızarmış yüzümden anlamış olmalılar ki; kahkaha birden kesildi.

Müdür lafı değiştirerek, öncelikle bana başarılar diledi. Benden yararlanacaklarını nazik bir dille anlattı.

Ama benim aklım, yaşlı kadın öğretmenin; ”Hani elinizde çiçek” demesinin ne anlama geldiğine takılı kalmıştı.

Doğaldır ki, yaşadığım süreçte bunun ne anlama geldiğini çok iyi öğrendim.

Meğerse benim gibi giyinenler, genellikle sevgilileriyle buluşmaya gidenlermiş. Ellerinde de mutlaka bir çiçek olurmuş.

O gün, benim bir tek çiçeğim eksikmiş !...