Neşeli ol ki genç kalasın
Bu dünyadan da zevk alasın
Ümitler hep süslenir neşeyle
Neşeli ol ki genç kalasın…
Biz bu şarkı sözleriyle büyüdük. İlkokul sıralarında, televizyonun bebeklik çağlarında TRT ekranlarında, sabah programlarının çocuklara ayırdığı birkaç dakikada, NEŞE kavramı bir ödev gibi sunulurdu. Gülümsemek yalnızca güzel bir duygu değil, bir bakıma edep, terbiye bağlamında bir zorunluluktu. Çünkü gülümsemeyen çocuk "huysuz", "problemli", "hayata küskün" sayılırdı.
Ve biz yıllar boyunca sandık ki gerçekten “neşeli olursak genç kalacağız”… Sandık ki neşelenerek bu dünyadan daha çok zevk alacağız. Oysa yaşanan anlar akıyor. Ve neşeyle tutunmak istediğimiz her şey, tıpkı çocukluğumuzdaki bu şarkı gibi, biz ayırdına varmadan bizlerden uzaklaşıyor.
Son yıllarda bazı çevrelerde yayılan söylemler, bir dönemin neşeye dayalı çocuk şarkılarını anımsatıyor ama daha “bilimsel” bir kılıkla:
“Gül, çünkü beyin nöropeptit salgılar.
Gül, çünkü bağışıklık sistemi böyle çalışır.
Gül, çünkü iyileşirsin.
Gül, çünkü mutsuz olursan hastalanırsın…”
Bunlar ilk bakışta moral verici gibi görünebilir. Ama biraz düşününce anlıyoruz ki bu sözler, farkında olmadan hastaları, yaşlıları, depresyondaki insanları suçluyor.
“İyileşemiyorsan yeterince iyi düşünmemişsindir.”
“Çaresizsen demek ki henüz olumlu telkinler verememişsindir beynine.”
Bu söylem, tıpkı o eski şarkı gibi, umutları neşeyle süslüyor; ama acının, hüznün, ölümün varlığını süpürüveriyor halının altına...
Gelin bu fikri bir örnekle açalım.
Bir hekim diyor ki:
“Durduk yere gül, bilinçaltını kandır.
Hasta bile olsan, gülerek bedenini aldat.”
Bu sözler, bilimselmiş gibi görünse de, aslında psikolojik telkinin büyüsünü abartıyor. Elbette gülmenin fizyolojik etkileri var. Kahkaha stres hormonlarını azaltabilir, ruh hâlini iyileştirebilir. Ama…
Hiçbir kahkaha yaşlanmayı durdurmaz.
Hiçbir tebessüm kansere karşı bağışıklık oluşturmaz.
Hiçbir olumlu telkin, insanı ölümsüz kılmaz.
Neşeli ol ki hep artsın gücün
Yorgunluk nedir bilme bütün gün
Gayretler hep güçlenir neşeyle
Neşeli ol ki genç kalasın…
Hayır. Bütün gün yorgunluk bilmeyen insan yoktur. Gülmekle geçmeyen dertler, neşeyle kapanmayan yaralar vardır. Gücün artması için yalnızca neşe değil; adalet, dayanışma ve sağlık da gerekir.
Neşe değerlidir, ama eksik anlatıldığında yanıltıcıdır.
Neşe, bir değer olabilir.
Mizah, acıya karşı bir başkaldırıdır.
Kahkaha, insanın varoluşuna karşı verdiği en insana özgü tepkilerden biridir.
Ama neşeyi bir “ilaç” gibi sunmak, acıyı görünmez kılmaktır.
Gülmeyi “ödev” gibi yüklemek, susanları, acı çekenleri, hastaları daha da yalnızlaştırır.
Neşeli olmak iyidir ama yeterli değildir.
Gülümsemek değerlidir ama çözüm değildir.
Ve evet, en çok gülenler bile bir gün ölür.
Ebette ki kahkaha bir çeşit başkaldırı, bir çeşit direniştir ama tedavi/iyileştirme/sağaltım değildir.
O eski çocuk şarkısının içinde güzel bir umut var. Ama umut da gerçeklikten koparılırsa bir illüzyona/bir düşe/bir rüyaya/bir hayale dönüşür.
Neşeyle süslenmiş ümitler, bazen insanı dayanıklı kılar. Ama bilim, sağlık, dayanışma ve adalet olmadan; yalnızca kahkahayla iyileşemeyiz.
Bu durumda sormalıyız kendimize:
“Neşeli ol ki genç kalasın mı?”
Yoksa...“Gerçeği bil ki sahte/yanıltan/aldatan umutlarla oyalanmayasın mı?”