1982 Anayasası temsilde adalet ve yönetimde istikrarı birlikte ele almakta ve herhangi birine öncelik tanımamaktadır. Ama uygulamada istikrarı (Tek yanlı ve dengesiz olarak) yönetimi ele geçirenler ile, yönetenleri yönlendiren sermaye (iç ve dış) istemektedir. Temsilde adalet ise, gerçekte temsil olanağı bulamayan genel çoğunluğu oluşturan sıradanların talebidir…
Yeni bir yasa neden yapılır? Bu soruyu yanıtladığımızda konunun anlam ve önemini kavramış oluruz. Değişen koşullar, yeni önlemleri gerekli kılar. Genellikle değişimlere ayak uydurmak için yeni yasalar yapılır. Yeni yasa yapılırken, daha iyi(demokratik) bir yasa amaçlanır. Yasaların genelliği ve evrenselliği,(kişisel haklar) kişi veya grupların çıkarı için yasa yapılamayacağıdır!


Temsilde adalet ve yönetimde istikrarın olabilmesi için; sosyal, siyasi ve ekonomik koşulların (Üretimin yaygınlaştırılması ve adaletli bir bölüşümün sağlanması) istikrar sağlamaya elverir halde olması gerekir. Gelir paylaşımının adil olmadığı, sosyal güvencelerin yetersiz olduğu, işsizliğin yaygın olduğu, eğitim ve sağlığın paralı hale dönüştürüldüğü bir ortamda genel çoğunluk açısından istikrardan söz etmek olanaksızdır. Ancak egemen güçlerin yasaların ve kurumların desteği ile büyük çoğunluğu baskı altına alarak suskunlaştırması söz konusu olabilir ki; bunun adı hiçbir zaman istikrar değildir. Siyasi Partiler Yasası ile Seçim Yasası ne istikrara ne de adaletli bir temsile olanak tanımamaktadır. Mecliste bulunan seçilmişler son belirlemede öncelikle parti başkanlarının seçtiği kişilerdir.(Seçme sözcüğü bir tercihi yansıtması açısından demokratiklik içerebilir. Mevcut uygulamalar dikkate alındığında, seçimin masumiyetini korumak adına ATAMA demek daha doğru olur(!)...) Çünkü genellikle siyasi partiler demokrasinin değil, antidemokratik yapıların merkezi konumundadır. Kısacası, mevcut yapılar demokrasi ile uyuşmamaktadır. Kapalı kapıları çok olan ve tüm kararların bu kapıların ardında verilmesi hali, şeffaflığı ve denetimi ortadan kaldırmaktadır! Yasaklarla kuşatılmış bireylerden oluşan bir toplumda yetkililerin sorumsuzlukları her alanda ve her koşulda karşımıza çıkıyor ise, ne yönetimde istikrardan ne de temsilde adaletten söz edilemez.


     Toplum eşitsizler yumağı gibidir. Her gelişme sonuçta bir eşitsizliğe vurgu yapar. Devletler ve bireyler arasındaki farklılıklar da bir eşitsiz gelişimin ürünüdür!
Eşitsizliği besleyen nedenler genelde yaygındır. Aynı zamanda bu olgular, toplumlarda normal  karşılanmaktadır. Bu anlamsızlığı vurgulamak için; “Beş parmağın beşi de bir değildir!”  derler.  Kişisel farklılıklar, bölgesel farklılıklar, istemli ya da zorunlu iş tercihleri, iş bölümü ve kimin yaşama nereden başladığı, bu konuda belirleyicidir. Kaynak kullanımı da değişmez belirleyicilerden biridir. 

Kamuya ait kaynakları kullanarak kişisel servet sahibi olanlar, o olanaklarla erk kullanımını ele geçirerek paylaşımı belirleyen konumuna kavuşurlar. Yeraltı ve yerüstü kaynaklarının bireysel işletimi her koşulda farklılığı yaratır. Bu farklılıkları adil bölüşüm ve adil bir vergi sistemi, törpüleyerek sürdürülebilir hale getirebilir. Bunların yanı sıra vergi gelirlerinin kimin yararına kullanılacağı da önemlidir. Kendi bankasını planlayarak soyan kişinin bankaya vermiş olduğu zarar, kamu kaynaklarından karşılanır ise; aynı şekilde batık krediler vergi gelirlerinden karşılanır ise, soygun katmerli hale gelir. Hatta bankaların, önüne gelene kart vererek insanların harcama dengesini bozması sonucunda ödenemeyen borçlar da sonunda vergi matrahından düşüldüğünde geri dönmeyen krediyi vergi mükellefleri ödemiş olurlar. Bu katmerli soygunlar her koşulda eşitsizlikleri artırır. Böyle bir yapıda yönetimde istikrardan söz etmek kolay olmasa gerek.
Temsilde adalet bireylerin her kademede seçme ve seçilebilme haklarını kullanabilmeleri ile ilgilidir. Parti başkanları tarafından atanmışları seçmek özgürce bir seçim yapıldığı anlamına gelmez. Seçilebilmek için ise, sıradanların hiç şansının olmadığı bilinmektedir. Aynı şekilde toplumun %50’sini oluşturan kadınlar da adaletsiz bir temsilin muhatabıdırlar... Bir seçimi finanse edebilmek için belirli bir düzeyin üstünde gelire sahip olmak gerekir. Ülkemizde seçim harcamalarının bir sınırı ve denetimi yok. Bu nedenle de, Nasrettin Hoca’nın dediği gibi;” Parayı veren düdüğü çalar (!)”
Katılımcı demokrasi tam anlamıyla uygulanabilir ise, temsilde adalet sağlanabilir. Temsil, farklılıkların veya kendisini farklı sayanların yönetim aygıtlarında koşulsuz olarak, doğrudan yer alabilme özgürlüğüdür. Farklı olanların varlıklarını koruma, sürdürme ve geliştirme olanaklarının sağlanması ve güvenceye alınmasıdır. Bu aynı zamanda bireyler bazında doğal yaşamın güvenceye kavuşturulması anlamına gelir. Gelişme anlamında pozitif bir katkı yapılmak istendiğinde, eğitim-öğretim olanaklarından yararlanılmalıdır. Baskı, şiddet veya yok saymak farklılıkları ortadan kaldırmaz. Bu konuda bir düşünürün şu sözünü anımsamak yararlı olabilir:” Dünyanın en güçlü orduları bile inançları yenemez !”İnanç kişileri yaşama bağlayan en güçlü bağlardan biridir. Bu bağlar aynı zamanda o kişilerin son sığınağını da işaret eder. Son sığınak aynı zamanda başka alternatifi olmayan tek seçenektir. Bu nedenle insanlar ölümü göze almaktan kaçınmaz. İnsanların bu ilkel koşuldan uzaklaşmaları ancak onlara farlı temsil olanakları sunularak sağlanabilir. Temsil, yaşama farklı bağlarla tutunmuş bireylerin farklılıklarını bütünsel yapıda sürdürebilmeleridir. Bunun için seçim sisteminin uygun olması gerekir. Bu noktada doğal barajlar dışında bir de yasal baraj gündeme gelmektedir. Baraj örgütlenmenin, özgürce seçilmenin ve gerçek temsilin en önemli engellerinden biridir. Kanuna uygunluğundan söz edilebilir ama hukuka aykırılığı da tartışılamaz. Çünkü baraj koymak, tek taraflı tahakküm altına almak demektir. Yeniliklerin ve farklılıkların var olma, varlığını sürdürme hakkını gasp etmektir. Aynı kapsamda siyasi partilere yapılan parasal yardımlar dikkate alınmalıdır. Farklı bakış ve yeni düşüncelerin örgütlenebilmesi için maddi yardımlardan yararlanmaları gerekirken; onlara değil de, belirlenmiş oy oranına ulaşan partilere yardım yapılmaktadır (!)
İstikrar, tutarlı bir kararlı dengenin olması halidir. Yönetimde istikrar dendiğinde ise; yöneten kadronun belirlemiş olduğu programı hiç zorlanmadan uygulayabilmesi beklentisidir. Yani dikensiz gül bahçesi istemek gibi bir şey … Ama ülke yönetimine talip olan farklı partilerin olması, istikrar adına uygulanan programların alternatifsiz olmadıkları anlamına gelir. Çünkü, uygulanan her farklı program toplumun farklı kesimlerinin beklentilerine yanıt verir. Adil paylaşım sonuçta bu istikrar yaklaşımlarıyla ilgilidir. Gerçek bir istikrar; kararlara katılım ve adaletli bir paylaşımla olanaklıdır. Kararlara katılım, yani yönetime katılım sonuçta uzlaşmayı gündeme getirir. Katılım aynı zamanda doğrudan temsil ile örtüşeceğinden, adaletli bir temsilden söz etmek olanaklı hale gelir. 
Ulusal yapı amaç ortaklığı temeline dayanır. Bu ulusal yapı mevcut farklılıklar toplamından oluşur. Farklı kesimlerin talepleri amaca ulaşmada farklı yol ve yöntemlerin uygulanabileceği anlamına gelir.” Sosyal yaşamın vazgeçilmez unsuru” olan siyasi partiler özelde temsil ettikleri kesimin, genel olarak ise, tüm yurttaşların yaşam düzeylerini yükseltmek için temsil yetkisi isterler. Ama günümüzde siyasi partiler programsızlıktan yana hızla aynılaşırken, öte yanda da temsilde adaletten uzaklaşmaktadırlar. Sonuçta kitlelere örgütlenme yasağı, örgütlere de siyaset yasağı konmuş gibidir. Bireylerden alınan temsil yetkisi ile yönetenlerin fiili temsili çakışmamaktadır. Dıştan gelen dayatma ve direktifler buna olanak tanımamaktadır.
Bütçe ve benzeri hayati kararlar dış güçler tarafından dikte ettirilirken adil bir temsilden söz etmek oldukça güçleşir. Yetki devredilen kişi almış olduğu yetkiyi onu devreden adına mı kullanacak yoksa başka ilişkiler doğrultusunda mı kullanacak? Hiç kuşkusuz her konum bir temsili yansıtır,  bu ülke halkının temsili ile çakışmayabilir! Vurgulamak istediğimiz şey, yönetim merkezinin dışa kayması ile açıklanabilir. Özgür ve özgün programlar oluşturmanın alan ve olanakları daraltılmıştır. Farklı partiler hızla renklerini, kokularını ve tınılarını kaybederken; yöneticileri de kendilerini sıradan üstü ve karizmatik görme yanılgısına düşmektedirler.