Geçtiğimiz hafta Kazakistan ile Türkiye’nin yolları kesişti.  Kazakistan’da halk sokağa dökülürken, Cumhurbaşkanı; sokağa dökülmeden bahisle “...arkalarından gidecekleri yere kadar kovalarız” dedi.  ‘Ülkede kimse sokağa dökülmekten söz etmiyor, ama Cumhubaşkanı niye böyle tehditkar konuştu’ diye bilcümle günlerce konuştu.  Yanısıra “gidecekleri yer” hakkında müstehcenliğe varan aşırı uçlarda yorumlar da dikkati çekti.
Aslında Kazakistan ile-Türk ırkından olmanın dışında-yaşamakta olduğumuz dönemde pek çok benzer duumlarımız mevcut.
Otoriter  yönetim dersen, var.
Ülke zenginliğinin tabana yayılmaması; üç-beş kesime aktarılması derseniz, o da var.
Yolsuzluk derseniz, en alasından.
“Dış güçler”in en ücra noktalara kadar egemen olması her iki ülkede de mevcut.
Halkın ezici çoğunluğunun yoksulluk ve pahalılık altında yaşamakta olduğu yadsınamaz bir gerçek.
Kazakistan hiçbir devirde bağımsız bir devlet olamadı.  Daha çok Rus egemenliğinin gölgesinde yürüdü.  Ülkenin, her yurttaşını refah içinde yaşatacak zengin petrol ve doğal gaz varlıkları var, ancak bu zenginliğin sahibi emperyalist devletler ve onların yardakçısı feodal egemenler oldu.  Çünkü ülkede demokrasi yok; yurttaş söz ve karar sahibi değil.  Sovyetler dağıldı, ancak Rus hakimiyeti süredurdu; post değişti, içindeki aynı kaldı.
Asırlardır ulusların kendi kaderini tayin hakkından söz edilir ve bu gerçeklik sözde teslim edilir.  Ancak yeri gelir bazen örtülü bazen de açık şekilde bu hak ortadan kaldırılır.  Asya, Afrika, Ortadoğu ve bir kısım irili ufaklı ülkeler kaynayan kazandır; onlar huzur ve refah nedir bilmezler.  Emperyalist ülkeler sömürüden hiçbir vakit vazgeçmedi ve geçmeyecek de.
Kazakistan ve benzeri ülkelerin kurtuluşu kendi kaderini tayin hakkından geçiyor.  Ülkede söz ve karar halkın olacak; ülke zenginliği halkın refahı için kullanılacak; ülke barış ve huzura kavuşacak.
Bağımsızlık olgusu yakıcı bir sorun olmaya devam ediyor.  Gelişmekte olan ülke ahalisi; “Biz bağımsız bir ülke miyiz?” sorusunu birinci gündem maddesi yapmalı.