Avrupa’da yoksulluk derinleşiyor. Türkiye’de ise yoksulluk, hem olağanlaşıyor hem görünmezleştiriliyor. Gerçek kriz yalnızca cebimizde değil; vicdanımızda da başlıyor.

Avrupa Birliği’nin son verilerine göre, AB vatandaşlarının %20’sinden fazlası yoksulluk ya da sosyal dışlanma riski altında; Bulgaristan, Romanya, Yunanistan gibi ülkelerde bu oran %30’u geçmiş durumda... Fransa’da son 30 yılın en yüksek yoksulluk oranı kaydedildi ve İtalya’da göçmen ailelerin %30’u yoksulluk riski taşıyor.

Ama bu yoksulluk artık bağırmıyor; sessiz, utangaç, görünmez ve tam da bu nedenle daha tehlikeli...

"Bizi kıskanan" Avrupa'da durum böyle ama Türkiye’de de durum hiç farklı değil; TÜİK’in makyajlı verileri dışında kalan gerçek tablo, her gün sokağın ortasında yüzümüze çarpıyor.

Asgari ücret açlık sınırına eşitlenmiş durumda.
Emekliler, aylıkla değil market indirimi kovalamakla geçiniyor.
Üniversite mezunu gençler; CV'leriyle parlak işlerde değil, marketlerde kasa fişi tutuyor ellerinde...

Yoksulluk artık yalnızca ekonomik bir sorun değil; bir dışlama biçimi, bir damgalama aracı, bir utandırma yöntemi...

Bir dilenciye selam vermemek yetmiyor; onu görmemek erdem sayılıyor. Sosyal yardım alan genç, “tembel” diye etiketleniyor, yalılarda, saraylarda yaşayanlar her gün daha da yoksullaşan halkın durumunu hiç umursamıyor. İşte bu yüzden yoksulluk yazgı değil, bir yönetim biçimidir. Ülkede halk; borçla doğuyor, yaşıyor ve ölüyor ama halkı bu yoksulluğa mahkum edenler hiç sorgulan-a-mıyor.

  • Türkiye’de çocukların %25’i yoksulluk içinde büyüyor.

  • Emeklilerin çoğu açlık sınırının altında.

  • Kadınların %70’i güvencesiz işlerde, gençlerin %25’i işsiz.

  • 1 trilyon lirayı bulan bireysel kredi kartı borçları artık hayatta kalmanın değil, ayakta kalmanın aracı.

Rakamlar, yalnızca ekonomik değil; ahlaksal bir çöküşü de gösteriyor. Çünkü bu düzende yoksulluk sıradan, zenginlik kutsal, başarıya giden her yol mübah (mezarında rahat uyuma emi Machiavelli?).

Bu darboğazdan çıkmak; yeniden gönenç içinde yaşamak için ne yapmalı?

Kuşkusuz yoksullukla mücadele, yardım kolisiyle olmaz. Devletin yeniden “sosyal devlet” olduğunu anımsaması gerekir.

Kadınlar için görünür politikalar, gençler için umut veren programlar, göçmenler için kapsayıcı çözümler üretilmeli. Betona değil, insana yatırım yapılmalı.

Ama en öncelikle şu iyice anlaşılmalıdır ki; yoksulluğun utancı yoksula değil, yönetenlere aittir.

Soru açık: Ne olacak bu insanların durumu?

Yanıtı da açık: Hiçbir şey yapılmazsa, daha çok sayıda insan yoksullaşacak. Daha çok sayıda çocuk aç kalacak. Daha çok sayıda yaşlı unutulacak ve bir gün bu sessizlik, çığlığa dönüşecek. İşte tam bu yüzden, yazmak yetmez; görmek, konuşmak, değiştirmek gerekir. Gönenç içinde yaşamak için ivedilikle eyleme geçilmesi gerekir.