Yolsuzluk her koşulda hak ve menfaat gaspıyla başlayan ve kaçınılmaz olarak yoksun bırakan bir süreçtir. Toplumların oluşumundaki eşitsiz yapılar zaten zengin ile yoksul arasındaki mesafeyi sürekli olarak açarak uçurumlar yaratmaktadır.

Hukuka aykırı yasal ve şekil şartına uyan fakat yetkiyle desteklenen hukuki görünümlü uygulamalar, sınıfsal temelli ve adil olmayan paylaşımlı ya da paylaşımı yok sayan uygulamalar; yolsuzluk temelli yoksullaştırmalardır(!)Burada yandaş kayırma temelli erk uygulamaları otoriterlikle birlikte el yükseltir! Otoriterlik baskı ve şiddetin dozunun giderek artırılmasıdır(!)

Yolsuzluk temelli yoksulluklarda kayırma, rüşvet, yok sayma, görmezden gelme halleri normalleştirilir. Yani, ahlak çöküntüsü, hukuksuzluk, adaletsizlik kaçınılmaz olarak çürümeyi ve toplumsal çökmeleri tetikler. Bu haksızlıklar ve hukuksuzluklar öncelikle hukukun işlevini yitirmesiyle başlar. Aynı yasa yandaşa ayrı, ötekileştirilenlere ayrı uygulanır! Aynı yasa suçluyu korurken, kılıfına uydurulmuş suçlarla muhalifleri suçlayabilir.

Yolsuzluk, yalnızca bireysel ahlaki zaafların değil, aynı zamanda kurumsal çöküşün ve sistemsel çarpıklıkların da göstergesidir. Bu çarpıklıklar, kamu kaynaklarının adil dağıtımını engelleyerek, yoksulluğu bir kader değil, bir politika haline getirir. Yoksulluk artık tesadüfi değil, planlı ve sürdürülebilir bir araçtır: itaatin, bağımlılığın ve sessizliğin garantörü.

Bu bağlamda, yolsuzluk sadece ekonomik bir sorun değil; aynı zamanda siyasal, kültürel ve etik bir meseledir. Yoksulluğun sürekliliği, halkın temel haklara erişimini engelleyerek demokratik katılımı zayıflatır. Eğitim, sağlık, barınma gibi temel hizmetlerin özelleştirilmesi ya da erişilemez hale gelmesi, yoksulluğu derinleştirirken, yolsuzluk bu süreci meşrulaştırır.

Yolsuzlukla beslenen yoksulluk, mekânsal düzlemde de kendini gösterir. Kentin çeperlerine sıkışmış mahalleler, altyapıdan yoksun bırakılmış bölgeler, kamusal alanlardan dışlanmış topluluklar... Bunlar sadece fiziksel değil, aynı zamanda sembolik dışlanma biçimleridir. Mekân, bir hak olmaktan çıkıp bir ayrıcalık haline gelir.

Bu durum, mekânsal adaletin yok sayılmasıyla birlikte, yoksulluğun görünmezleşmesine neden olur. Yoksullar, yalnızca ekonomik olarak değil, aynı zamanda sosyal ve kültürel olarak da dışlanır. Bu dışlanma, toplumsal bellekte “normal” kabul edilir ve sorgulanmaz hale gelir.

Ancak tüm bu karanlık tabloya rağmen, umut hâlâ mümkündür. Yolsuzluğa karşı mücadele, yalnızca hukuki değil, aynı zamanda etik ve kolektif bir direniş biçimidir. Toplumun farklı kesimlerinin bir araya gelerek adalet talep etmesi, yoksulluğun kader olmadığını gösterir.

Şeffaflık, hesap verebilirlik ve katılımcı demokrasi ilkeleri, bu mücadelede temel taşlardır. Yoksulluğun ve yolsuzluğun normalleşmesine karşı çıkmak, yalnızca mağdurların değil, tüm toplumun sorumluluğudur. Çünkü adalet, yalnızca mahkemelerde değil; sokakta, okulda, hastanede ve evde yaşanmalıdır.

Örnek:

Türkiye'de İhale Sistemi: Sayıştay raporlarında sıkça yer alan “doğrudan temin” ve “pazarlık usulü” ile yapılan kamu ihaleleri, rekabeti ortadan kaldırarak belirli şirketlerin sürekli olarak kamu kaynaklarına erişmesini sağlıyor. Bu durum, kamu hizmetlerinin kalitesini düşürürken, kaynakların adil dağıtımını da engelliyor.

Latin Amerika'da Petrobras Skandalı: Brezilya’da devlet petrol şirketi Petrobras üzerinden yürütülen rüşvet ağı, milyarlarca dolarlık kamu zararına yol açtı. Bu kaynaklar sağlık, eğitim ve altyapı gibi temel hizmetlerden çalındı—yani doğrudan halkın yoksullaşmasına neden oldu.

İstanbul’da Kentsel Dönüşüm: Fikirtepe, Sulukule gibi mahallelerde yürütülen “kentsel dönüşüm” projeleri, yoksul halkı yerinden ederek rantı yüksek kesimlere alan açtı. Bu dönüşüm, mekânsal adaletsizliğin en görünür örneklerinden biri.

ABD’de Flint Su Krizi: Michigan eyaletindeki Flint kentinde, yıllarca kurşunlu su içmek zorunda kalan yoksul siyah topluluklar hem sağlık hem de yaşam hakkı açısından sistematik olarak ihmal edildi. Bu kriz, mekânsal ve ırksal adaletsizliğin kesişiminde duruyor.

Örnek:

EndSARS Hareketi (Nijerya): Polis şiddetine ve yolsuzluğa karşı gençlerin başlattığı bu hareket, dijital dayanışma ve sokak eylemleriyle küresel bir farkındalık yarattı.

Latin Amerika’da “Ni Una Menos”: Kadın cinayetlerine ve devletin kayıtsızlığına karşı başlayan bu hareket, aynı zamanda yoksulluğun ve yolsuzluğun kadınlar üzerindeki etkisini görünür kıldı.

Yolsuzlukla örülmüş kent dokusunda, kamusal alan artık halkın değil, sermayenin nefes alanıdır. Parklar, meydanlar, sahiller; birer mülk gibi satılır, çevrilir, kapatılır. Oysa kamusal alan, halkın sesidir. Susturuldukça, yoksulluk derinleşir. “Bir ihale sessizce geçer meclisten, Bir mahalle silinir haritadan. Bir çocuk kurşun içer musluktan, Ve biz hâlâ ‘hukuk var’ sanırız.”

“Çürüyen Yasalar Üzerine”

Bir yasa geçer, sessizce, Kılıfına uydurulmuş bir suç gibi. Bir çocuk susar, açlığın diliyle, Bir anne bekler, adaletin gölgesinde.

Kaldırım taşları bilir en çok, Kim yürür, kim sürünür bu kentte. Bir ihale, bir imza, bir sus payı;Ve biz hâlâ “eşitiz” deriz, içimizde.

Ama umut, Bir çatlakta filizlenir. Bir duvar yazısında, Bir meydan sesinde, Bir şiirin son dizesinde.

Çünkü yoksulluk kader değil, Yolsuzluk da sonsuz değil. Ve biz, Yazmaya devam ederiz. Adaletin adını, Yeniden ve yeniden.