1996’da ilk e-posta adresimi açarken içim içime sığmamıştı. Çünkü bundan böyle bütün dünya parmaklarımın ucundaydı. Sonsuz bilgiye erişecek, özgürce yazacak, kimse tarafından sorgulanmadan, yargılanmadan ve özgürce WWW ortamında dolaşabilecektim.
Bugün o parmaklarım yine klavyede, ama klavyenin öte ucunda kim olduğunu bilmiyorum. Diyorlar ki;
Ben yazdıkça, algoritmalar okuyormuş.
Ben arattıkça makine öğreniyormuş.
Ben gülümsedikçe, kamera analiz ediyormuş.
Dünlerde “büyük birader” diyorduk. Şimdi öyle tek bir abi/aga yok. Esas abi / aga; Google, Amazon, TikTok, Facebook, X, Z, W gibi ortamlarda...
Bizleri neden izliyorlar? Çünkü bizlerden alınan veri eşittir para demek... Gerçi yalnızca ekonomik değil, politik bir gözetim de var. Kimin neye güldüğünü, neye tıkladığını, hangi saatte uyandığını bilen bir düzen düşünün ve bu düzen; bizlerin adına “neyin doğru olduğunu” belirlemeye başlasın. İşte burada korkutucu olan şudur ki ne izlediğimizi seçmiyoruz; izlediğimiz şey, bizi seçiyor.
Dolayısıyla "güvenlikli, özgür platformlar" diye sunulan bu düzende; acaba neden güvensiz hissediyoruz ? Yaşadıkça, deneyimledikçe anlıyoruz ve öğreniyoruz ki gözetim huzur değil, yalnızca itaat üretiyor, dahası ne yazık ki çoğu kişi bu gözetimi “konfor” sanıyor ve diyor ki:
– “Ama Netflix önerileri tam bana göre!”
– “Instagram algılıyor beni sanki!”
– “TikTok tam ruhsal durumuma göre video atıyor!”
Hayır. Ruhsal durumumuzu analiz eden düzen, bizim ne satın alacağımızı tahmin ediyor/öngörüyor/varsayıyor.
Bizim yerimize düşünen bir düzen; hiç kuşkusuz özgürlük değil, dijital ebeveynliktir/ vasiliktir.
Dijital çağ öncesinde sansür açıkça yapılırdı; çoğunluğun çok iyi bildiği gibi kitaplar toplatılırdı, yazılar yasaklanırdı. Oysa şimdi içerik kaldırılmıyor; yalnızca kimseye gösterilmiyor. Bir başka anlatımla; sen bağırıyorsun ama yankı duvarına değil, algoritmik boşluğa konuşuyorsun, seni kimseler duymuyor.
Haydi açık konuşalım; hangimiz kendini “sistemin beğenisine göre” sansürlemiyor? Hangimiz “Bu sözcük yüzünden görünmem azalır” korkusuyla, endişesiyle tedirgin olup gerçek düşüncelerini özgürce yazmıyor ya da yazamıyor? Sonuç olarak bizleri sansürleyen, engelleyen içimizdeki editör artık biz değiliz; yalnızca algoritmalardır. Bir yanda devlet gözetimi, diğer yanda platformların algoritmik süzgeci yetmezmiş gibi üstüne bir de kendi otosansürümüz; sanki üç katmanlı gözetim çöreği gibi... Belki de tatlı gibi görünen, ama boğaza dizilen, boğazı "gerçekte beynimizi" yakan; bir tür dijital acılı yemek gibi...
Acaba çözüm ne?
-
En azından neye maruz kaldığımızı bilmek...
-
“Bu bana neden gösteriliyor?” diye sormak...
-
Arada bir dijital oruç tutmak...
-
En önemlisi de gözetlendiğimizi bile, bile özgürce yazmak.
Çünkü unutmamalıdır ki değerli okur; kodları yazanlar da insanlardır ve insanların yazdığı her şey, yeniden yazılabilir.