Altmışlı yıllarda Amerikalı pop-art sanatçısı Andy Warhol, “Bir gün herkes 15 dakikalığına ünlü olacak” demişti. O dönemde bu söz, medya dünyasında belli bir kesimin çok kısa süreli parlayıp kaybolacağına ilişkin alaycı bir gönderme olarak değerlendirilmişti. O günlerden günümüze, 21. yüzyıla geldiğimizde; bu süreç 15 dakikadan 15 saniyeye kadar indi. Bugün bir TikTok videosu, bir Instagram hikayesi ya da Twitter’da patlayan bir espri, büyük bir gürültüyle gelen ama çoğu zaman ertesi gün unutulan bir şöhret /ün/tanınırlık dalgası yaratıyor. Warhol’un günümüzde bu kadar çok yankı uyandıran bu kehaneti / bu öngörüsü; acaba bize ne anlatıyor?
Altmışlı yıllarda Warhol; sanatta seri üretimi benimseyerek, sanatın “tekil ve eşsiz” bir şey olma özelliğini sorguluyordu. Onun eserlerinde Marilyn Monroe, Elvis Presley; Campbell’s Soup/Çorba kutularında ya da Coca-Cola şişelerinde görünüyordu. Bu imgeler bir sanat eseri olmanın ötesinde, tüketim döngüsüne eklenmiş ya da tüketim amacıyla kullanılmış nesneler konumuna geliyordu. Tıpkı bugünün sosyal medya fenomenleri gibi… Şöyle ki önce bir ikon haline geliniyor, sonra milyonlarca defa tüketilip yerini bir başkasına bırakıyor. Birkaç saniye öncesinde “in” olan, bir kaç saniye sonrasında “out” olabiliyor.
Bir bakıma Warhol’un “The Factory” adlı stüdyosu da bu düzene göndermede bulunan bir metafordu. The Factory ” Türkçesi ile Fabrika” yalnızca bir sanat üretim merkezi değil, aynı zamanda medya ve popüler kültürün bütünleştiği bir deney laboratuvarıydı. Günümüzde bu laboratuvarın yerini Instagram filtreleri, YouTube kanalları ve TikTok akımlan aldı. Warhol’un elinden çıkan yeniden, yeniden basılan imgeler gibi, bugün dijital dünyada ün sürekli yeniden, yeniden üretiliyor ve tüketiliyor.
Bugün herkesin bir medya kanalı var. Herkes, kendi yaşamını bir marka gibi sunuyor. Ancak bu dijital kimlikler, ne kadar gerçek? Fransız medya kuramcısı Jean Baudrillard; çağımızın bir “simülasyon /taklit/benzetim” toplumu haline geldiğini söylemişti. Warhol da aynı durumu yapıtlarında yansıtıyordu. Örneğin ünlüler, ikonlar, görseller o kadar çok yinelenmişti ki, gerçeklik ile kopya arasındaki fark kaybolmuştu. Bugün için de sosyal medya üreticilerinin; gerçek kimliklerinden bağımsız birer “içerik fabrikasına” dönüştüğü söylenebilir.
İşte tam bu noktada Warhol’un sanata getirdiği seri üretim mantığı, bugün sosyal medya içeriklerinin kalıplarla üretilmesine dönüşmüş durumda. Algoritmalar, tıpkı Warhol’un ekran işlemlerinde görüldüğü gibi, popüler olanı sürekli yeniden, yeniden yaratıyor. Çünkü bugün popüler olmanın anahtar sözcüğü yinelenme ve yeniden, yeniden üretilmedir. Çünkü şöhret/şan/ün/bilinirlik bunu gerektirmektedir. Önemli olmak mı? Saygın olmak mı? Değerli olmak mı? Önemli olan şöhret; bir dönemler Zeki Müren’inn de dediği gibi şöhretin iyisi, kötüsü olmaz.
Warhol’un 15 dakikalık şöhret/ün/tanınırlık kuramı; dijital çağda sürekli evriliyor. Artık şöhretin sürekliliği değil, hızlı tüketilmesi önemli oluyor. TikTok’ta viral olan bir video, ertesi gün unutuluyor. Bir YouTube fenomeni bir haftada milyonlarca takipçi kazanıp, ertesi ay kaybolabiliyor. Warhol’un sanatıyla eleştirdiği kapitalist düzen; günümüzde yalnızca ürünleri değil, insan kimliklerini de tüketim nesnesi haline getirmekte, onları da tüketmektedir.
İşte burada şu soruları sormalıyız:
*Bu yeni şöhret kavramı gerçek bir anlam taşıyor mu?
*Yoksa Warhol’un ironik bir dille ima ettiği gibi, her şey yalnızca bir “yüzeysel yansıma”dan mı oluşmakta?
*Sabun köpüğü gibi ansızın yok mu olmakta?
*Bugün, ün kazanmak her zamankinden kolay. Ama kalıcı mı?
İşte o etkileşimin ya da değişimin sonucu; Warhol’un bile öngöremediği bir sorun ve karmaşa ne yazık ki… Ortaya çıkan bu durumun sonuçları da toplumsal yapıyı olumsuz yönde oldukça etkiliyor. Üstelik şöhret/ün/tanınırlık/