Atatürk’ün dil ile ilgili sözlerini paylaşmadan önce dile ilişkin düşüncelerimi ifade etmek isterim. Dil her şeyden önce bir varlık kanıtıdır. Bu olgu kişi ile başlar, ülke ile alanını belirler ve ülke düzeyini aşarak evrenselliğe ulaşır. Birey için dil öncelikle anadildir. Anadiller bileşkesi ülkeyi kucaklar. Öteki diller karşısında varlığını sürdürmesi bir bağımsızlık ve bilinç sorunudur. Bu sorun ülkelerin öncelikli görevleri arasında yer alır. Dilin iletişim alanında kullandığı araçlar onun kültürel yansımasıdır. Sözlü anlatımlar var olmaya devam ederken, yazılı iletişimi öne çıkarır. Yazılı iletişiminde farklı araçlar kullandığı bilinmektedir. Bu farklı araç çeşitliliği dilin zenginliğinin kanıtıdır.   

  Yunus Emreden bir alıntı yapalım:                                                                               

  Senin aşkın beni benden alıptır 

Ne şirin dert bu, dermandan içeru 

 Miskin Yunus, gözü tuş oldu Sana 

Kapıda bir kuldur, Sultandan içeru 

 “Türk milletinin dili Türkçedir. Türk Dili dünyada en güzel, en zengin ve kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk, dilini çok sevip onu yükseltmek için çalışır. Bir de Türk Dili, Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği sonsuz felaketler içinde ahlakını, göreneklerini, anılarını, çıkarlarını kısacası; bugün kendisini millet yapan her niteliğinin, dili sayesinde korunduğunu görüyor. Türk Dili, Türk ulusunun yüreğidir, beynidir.” 

Vara vara vardım ol kara taşa
Hasret ettin beni kavim kardaşa
Sebep ne gözden akan kanlı yaşa
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm 

Karacaoğlan da Yunus gibi Öztürk’ceyi bir iletişim aracı olarak ve çok etkili biçimde kullanmıştır.  

» Türk demek, dil demektir. Millet olmanın en belirgin niteliklerinden biri dildir. “Türk milletindenim.” diyen kişi, her şeyden önce kesinlikle Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir kişi, Türk kültürüne ve milletine bağlılığını öne sürerse buna inanmak doğru olmaz. 

DAVET 

Dörtnala gelip Uzak Asya'dan 

Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan 

 bu memleket, bizim. 

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak 

ve ipek bir halıya benziyen toprak, 

 bu cehennem, bu cennet bizim. 

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın, 

yok edin insanın insana kulluğunu, 

 bu dâvet bizim.... 

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür 

ve bir orman gibi kardeşçesine,

 bu hasret bizim... (NAZIM HİKMET) 

“ Türk Dili’nin özleştirilmesi, zenginleştirilmesi ve kamuoyuna bunların benimsetilmesi için bütün yayın araçlarından yararlanmalıyız. Her aydın, hangi konuda olursa olsun, yazarken buna dikkat edebilmeli, konuşma dilimizi ise uyumlu, güzel bir duruma getirmeliyiz.” 

Ahmet Arif’in SEVDAN BENİ şiirini birlikte okuyalım: 

       SEVDAN BENİ 
   Terketmedi sevdan beni, 

   Aç kaldım, susuz kaldım, 

   Hayın, karanlıktı gece, 

   Can garip, can suskun, 

   Can paramparça... 

   Ve ellerim, kelepçede, 

   Tütünsüz uykusuz kaldım, 

   Terketmedi sevdan beni...     

“Başka dillerdeki her bir sözcüğe karşılık olarak dilimizde en az bir sözcük bulmak ya da türetmek gerekir. Bu sözcükler kamuoyuna sunulmalı, böylece, yaygınlaşıp yerleşmesi sağlanmalıdır.” 

Atatürk’ün Türk Diline ilişkin söylediklerinin bir bölümünü paylaştık. O’nu anmaya hazırlanırken, dile ilişkin saptamalarını, günümüzde yeniden değerlendirmenin yerinde olacağını düşündüm. Özellikle yakın geçmişi anımsarsak; SADAT diye bir örgüt kuran emekli asker, ülkemiz için bir anayasa önerisinde bulunmuştu(!) Bu kişinin anayasa önermesi yeteri kadar sorunlu iken; “ülkenin resmi dili Arapçadır.” diyebilmişti.  Kendisini inanç temelli konumlandırınca, kökenini unutması doğaldır. Bu olumsuz örnek, dil ve bilinç arasındaki ilişkiyi net ve açık olarak göstermektedir! Aynı şekilde dil ile millet gerçeğini gözler önüne sermektedir. Bütün bu saçmalıklar Atatürk’ün büyüklüğünü bir kez daha bizlere göstermektedir.