Bir ömür boyu başkalarının rüyasına yastık oldum. Annemin duası, babamın vasiyeti, öğretmenin karnesi, devletin kanunu, mahallenin ahlâk zabıtası… Herkes, ben doğmadan önce benim nasıl yaşayacağıma karar vermiş.
Önce iyi çocuk ol dediler. Oldum.
Sonra uslu genç ol dediler. Oldum.
Sonra dürüst vatandaş, namuslu anne, sorgusuz kul, emekli seçmen ol dediler. Oldum da oldum.
Bir tek kendim olamadım.
Yetmiş yıl… İyi kötü, günah sevap, sevinç tasa derken bir sabah, Stirner diye bir düşünürün sesi geldi bilinç dünyama.. Diyordu ki:
“Benim önümde hiçbir şey kutsal değildir!”
O an anladım ki benim önümde, benden başka hiç kimse yokmuş aslında. Yalnızca hayaletler varmış beynimin kıvrımlarının arasında... Aile, ülke, inanç, şirket, devlet, banka, algoritma… Kutsal sandıklarımızın hepsi gözümüze görünmeyen kalın, kalın dosyalar... Devlet'in ve yasaların önerdiği gibi Tüzel kişilik deniyor onlara, har attığımız adımda, her söylediğimiz sözde, her yaptığımız eylemde "senin, benim gibi bir canı bile yok" ama çıkıyorlar karşımıza... Oysa koskoca devlet dediğin tüzel kişilik de eninde sonunda bir mühür, bir kaşe, bir de imza... En çok da korku...
Ne komiktir ki o imza, yıllarca benim yaşamımın altına atılmış. Başkaları atmış — ben ödemişim.
İşte tam da bu koşullar üzerine düşünceler dolaşıp dururken beynimde; Stirner, iki yüzyıl önceden bağırıyor: “Devlet bir hayalettir, birey ise gerçektir.”
Ben ise yetmişli yaşıma gelene kadar, o hayaletin ete kemiğe büründüğünü varsayarak ve onun yasalarına, yasaklarına uyarak yaşamışım acılı, tatlılı geçen yıllar boyunca...
Son yıllarda diyorlar ki devir değişti; dijital çağda artık insanlar özgürleşti. Bu kocaman yalan, hiç de değişmedi kardeşim !
Devletin yerini algoritma aldı. Kralların yerini CEO’lar, din adamlarının yerini veri merkezleri… Yine bir kutsal var: Veri. Yine bir hayalet var: Dijital Tanrı.
Yine bir kurban var: Sen.
Ve yine bir fısıltı var: "Benim önümde hiçbir şey kutsal değildir!" diyen düşünür Stirner...
Ben ancak yetmiş yaşımda kendi Biricik’imi buldum. Kimseye ait olmayan, kimsenin icabına karışamayacağı, kendimden başka kimseye zimmetlenmeyecek bir tek can: Ben.
Önce can, önce ben.
Bencillik mi? Oh, olsun!
Ömrümün sonuna kadar bir kez de kendim için bencil olayım. Çünkü kimse benim için kendinden vazgeçmiyor. Herkes kendine çalışıyor, kimse hayaletler uğruna kendini yakmıyor, yakan bir tek bendim. Yetti.
Şimdi bir de size şunu diyeyim:
Kimse size borcunu ödemiyor. Kimse sizin kutsalınıza sahip çıkmıyor. Ama siz kendinizi herkesin kutsalı uğruna harcıyorsunuz, ateşe atıyorsunuz, insanlığın geneli için söylediğiniz sözler nedeniyle bazen de yargılanıyorsunuz.
Buyurun, yakışıyor mu bunu yapmak kendinize? Stirner olsanız güler geçerdiniz bu özverili ahmaklığınıza... Ben ancak yetmişimde gülüyorum bu saflığıma... Hem de içten kahkahalarla gülüyorum.
Önce can, önce ben.
Benim önümde hiçbir şey kutsal değildir!
Ve iyi ki değildir.
Burada kısa bir açıklama; kim bu Stirner adlı düşünür, belki sizler de onu merak eder yazdıklarını okur, yaşamınızı yalnızca kendiniz için bir hale, yola koyarsınız.
Max Stirner (1806–1856), Alman bireyci filozof. Biricik ve Mülkiyeti adlı eseriyle, devlet, din, ahlâk gibi otoriteleri “hayalet” olarak tanımlar. Ona göre insanın olgunluğu, kendi zihnindeki kutsallardan kurtulmasıdır.
İşte ben Stirner adlı düşünür ile tanışınca; o günden beri başkasının hayaletine tek bir gece daha uykumu harcamadım. Yalnızca kendim evet kendim için yaşamaya başladım.