Düşünmek var olmak, var olmak ise, yaşama tanık olmaktır. Tanıklık, bilinçli bireylere sorumluluk yükler. Özgür bireyin farkındalığı, son belirlemede tüm varlıkların lehinedir. Farkındalık, ön görebilirlikle birleştiğinde; geleceğin temelleri yaşam lehine atılmış olur. 
Yükseköğrenim süresince 72 ders almışım. Ön lisansta 25,lisansta 24 ve yüksek lisansta 23 ders almışım. Bu öğrenim sürecinde kamu yönetimi ağırlıklı olmak üzere; dokuz dönem hukuk ve yedi dönem ekonomi dersi almışım. Yedi dönem ekonomi dersi almış olmama karşın, ekonomiyi bildiğimi söyleyemem. Bu nedenle, ekonomi ile ilgili bir sorunla karşılaştığımda; ekonomistlere sormam gerektiğini bilirim. Anonim bir söylemimiz şöyle der: “Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıptır.” İnsanlar yaşadıkları sürece öğrenmeye devam ederler. Çünkü bilgi güç demektir ve yaşamı kolaylaştırır. Bilgi sadece cehalet karşısında çaresiz kalır!


MADENLER:
Madenler, doğadaki yaşdaşlarımız ve yaşam kolaylaştırıcılarıdır. Doğanın armağanı olan madenler o coğrafyada yaşamış olanların kalıtı, yaşamakta olanların koruması gereken ve daha sonra yaşayacak olanlara bırakılacak bir mirastır. Bu kaynakların işletilmesi halinde, yerine daha yararlı yaşam kolaylaştırıcıları konmalıdır. İşletme sonrası, işletme alanı kesinlikle yaşam alanı olabilecek biçimde düzenlenmelidir.
Bir avuç yağmacı ve bir o kadar çıkarcı için hiçbir zenginlik kaynağı feda edilmemelidir! Kaynaklar sadece ülke yararı temelinde kullanılmalıdır. Katma değer ile buluşturulmayan hiçbir maden işletilmemelidir. Halkın refahına katkı sunmayan kaynak kullanımlarından kaçınılmalıdır.
Topluma ait olan zenginlik kaynaklarını kullananların zorunlu olarak ilişki ağları genişliyor. Genişleyen ilişki ağları aynı zamanda bir yeni etkileme gücüne kavuşturuyor. Dolayısıyla varlık sahipliği iktidara kapı aralıyor.
Kaynaklar kullanıldığında toplum yararına yeni kaynaklar yaratılmıyorsa; sadece geriye dönmemek üzere tüketilmiş olurlar(!) Ancak kaynaklar üretken olarak kullanıldığında yeni kaynaklar yaratılabilir. Olması gerekende budur. Bunu yapacak olan ise, kamuculuktur.
Bir ülkenin zenginlik kaynaklarında tüm ülke bireylerinin hakkı var. Bu kaynağı, belirlenmiş bir bedel karşılığında bir kişi, bir aile veya bir avuç girişimci kullanıyor. Üretim sürecinde emeğinden yararlanılanların yarattıkları artı değerlere el konuyor. El konan birikimler, işleticinin gücüne güç katıyor. İşletmecinin gücü arttıkça yetkileri de artıyor. Sonuçta bize ait olanla, bizi yönetme gücüne kavuşmuş oluyorlar! Etkin olarak denetlenmeyen her güç, toplum için sakıncalı olabilir.
ORTA SINIF ERİYOR(!)
Ülke varlıkları yağmalatılınca, çözümlerde elden kaçar!
Tolum hızla iki kesime dönüştürülüyor. Azınlıkta olan varsıllar ve hızla yoksullaştırılan çoğunluk. Orta kesim bu iki blok arasında yok oluyor. Zaman, sabit gelirliler ile üzerine katkı yapılmayan birikimler aleyhine gelişiyor. Varsıllar sürekli olarak varlıklarını artırırken; yoksullar, yok oluşlara sürüklenmekten kurtulamıyorlar! Varsılların aldıkları, yoksullaştırılanlardan alınanlardır. Çalışan yoksullarda yoksullaşmaya devam ediyorlar. Bu yoksullaşmalar sadece kaynak yetersizliğinden kaynaklanmıyor. Bilinçli olarak ve tasarlanarak uygulanan politikalardan kaynaklanıyor. Bu politikaların önde geleni adaletsiz paylaşımdır. Paylaşım adaletsiz olunca, adaletten söz etmek güçleşir.
Normal eğitim, ayrımsız olarak insanlara katkı sunmalıdır. Egemenin istediği eğitim, onun ihtiyaçlarını temel alır. Liyakatsizlik ve vasıfsızlık aynı sürecin ürünleridir. İhtiyaç temelli insan yığın sallaştırma, bir sınıfsal tercihtir. Ayrıcalık uygulanması gerekenleri yok sayma buna dâhildir. Tabandan yükselecek katılımlı potansiyelin köreltilmesi de bu kapsamdadır.
Aynı anda birden fazla değişken, benzer davranışları tetikliyor. Toplumsal isyanlar, ağır ağır sınıfsal yatağına dönüyor. Ulusal gelirin %50’sini toplumun %13’ü alıyor; bununda %37’si %1’in oluyor. Sonuçta toplum ikiye bölünüyor; varsıl azınlık ve yoksul çoğunluk! BU tablo bir sınıfsal tercihin sonucunda ortaya çıkıyor.
Kamusallık, insani gereksinimleri karşılamanın güvencesidir.
Temel haklar hiçbir koşulda özel alana bırakılmamalıdır!