Doktor unvanını almak için gecelerimi gündüzüme katarken, her dipnotun doğruluğunu onaylamak için kaynak kitaplarla boğuşurken, akademik dürüstlüğü bir onur sorunsalı olarak içselleştirirken… meğer aynı anda birileri e-devletin arka kapısından içeri sızıp kendine “doktor”, “profesör”, “müdür” unvanları takıyormuş. Hem de tek bir kitabın kapağını kaldırmadan, hem de gecelerce uykusuz kalmadan; ohh ne güzel armut piş, ağzıma düş.
Söz konusu olan yalnızca bireysel sahtekârlık değil; devletin dijital yüzünde koca bir makyaj çatladı. Sahte diplomalar, çalınan e-imzalar, sızdırılmış kişisel veriler… Bunlar yalnızca birkaç dolandırıcının becerisi değil; bizatihi devletin “bize ait” olduğunu söylediği dijital güvenlik düzeninin boşa çıkmasıdır, iflasıdır.
E-devlet düzenine duyduğumuz güven, yalnızca işlem kolaylığına değil, aynı anda onun "doğruluk makinesi" olduğuna ilişkin inancımıza dayanıyordu. Oysa şimdi öğreniyoruz ki o kutsal yansılarda görünen diploma kayıtları, meğer bir klavye çetesi tarafından üretilmiş düzmece belgelerden başka bir şey değilmiş. “Belge var mı?” diye sorduğumuzda “Evet, e-devletde kayıtlı” yanıtını alıyor olmanın ne yazık ki bundan böyle bir anlamı, bir saygınlığı, bir doğruluğu, bir güvenirliği yok. Çünkü artık biliyoruz ki sisteme belge koymak da, belgeyi üretmek kadar kolay.
Bir kişinin kamu görevlisi olması için artık ne gerekiyor? Eğitim? Yeterlilik? Ahlaksal sorumluluk? Hayır, hiç birisi değil, bütün bunların yerine geçen tek şey; kişinin e-Devlette görünürlüğünün yeterli oluşudur. Ne de olsa dijital çağdayız; gerçeklik, belgeyle değil, görünürlükle ölçülüyor. Nasıl ki sosyal medyada; takipçin varsa ünlüsün, e-devlette de diploman görünüyorsa uzmansın.
Ama buradaki trajedi yalnızca dijital değil, aynı anda etik bir sorunsal... Çünkü gerçek diploma için yıllarca uğraşanlar, özveriyle tez yazanlar, sabahlara kadar araştırma yapanlar; artık kendilerini keriz yerine konmuş hissediyor. Devletin bize söylediği şu: “Sen oku, çalış, didin ama biz sana denk birini, çok daha hızlı üretiriz. Hem de dosya boyutları 2 MB’ı geçmez.”
İktidarın Yeni Mührü: Elektronik İmza
Bir dönem krallıklar, mührü elinde tutan kişilerin çevresinde oluşurken; bugün dijital krallıklarda her şey e-imza ile başlıyor. E-imza, dijital varlığımızın en kutsal simgesi durumunqaa gelmişken; bu imzaların çalınması yalnızca kimlik hırsızlığı değil, devletin kimliksizleşmesidir.
Sizler yine de "cumhuriyet, liyakat, hukuk devleti" gibi kavramların bir değer taşıdığını mı düşünüyorsunuz? Oysa devlet artık bir masaüstü uygulaması, bürokrasi bir mobil bildirim, liyakat ise bir algoritmanın iki satır koduna sıkışmış bir yanılsama...
Bu sistem, emeğe düşman. Sizi çalıştırıyor ama sizi ödüllendirmiyor. Ödül, arka kapıyı bilenlere, sistemin zayıf noktasına virüs gibi sızanlara... “Kendini yıpratma,” diyor bu düzen; “nasıl olsa çalan kazanıyor, çalışan değil.” Ama biz yine de inatla çalışıyoruz. Çünkü bunca sahtekarlığa, bunca düzenbazlığa karşın içimizde bir yerlerde gerçek olana, dürüst olana inanan bir damar kalmış.
Belki de bu yüzden bu yazıyı yazarken bile tereddüt ediyorum; acaba bu yazı da bir gün bir yapay zekâ tarafından kopyalanır mı? Benim gibi gecesini gündüzüne katıp doktora yapan biriyle, bir PDF sahtekârının aynı diplomayı alması olanaklıysa, yazdığımız yazıların da çalınması neden söz konusu olmasın?
Bu yazım; bir sitemden , bir sistem eleştirisidir. E-devletin teknik kapasitesinden değil, etik duruşundan endişe duyuyorum. Devletin dijitalleşmesi bizi daha özgür kılmak yerine, daha kolay denetlenen ve manipüle edilen bireylere mi dönüştürüyor?
Sahte diplomalılar önemli pozisyonlarda yer kaparken, gerçek diplomaya sahip olanlar işsiz, güvencesiz ve umutsuz kalıyor. Dijital sistemler, yalancıların dürüstleri bir tuşla alt ettiği yeni bir distopya yaratıyor.
Okuyan, düşünen ve sorgulayan biri olarak, bu sistemin "iptal butonuna" basmak değil, "hatayı düzelt" seçeneğini kullanarak bu durumu düzeltmek istiyorum.