“Güvenlik” sözcüğü başka bir ek almadan yalın olarak kullanıldığında kapsamı fulü bir görüntü verir. Bu sözcüğün başına; “ulus”, “milli” veya “can” gibi sözcükler eklendiğinde, dünya insanlık ailesi kapsamında alan belirlemiş olur. Özelliklede can güvenliği dendiğinde, belirli bir sınır içinde bulunan insanların tümünü kapsayan bir anlam çıkar ortaya. Burada vurgulanması gereken iki şey var:

1-Can güvenliği, genel ve yaygın bir ifadedir. Çoğunlukla bu yaygınlık ulusal sınırlarla örtüşür. Ulusal sınırlar içinde ise, can güvenliğinden çok güvenlik kavramı ön plandadır. Bu güvenlik, kelimenin tam anlamıyla varlığı olanları ve onların sahip oldukları varlıkları temel alan bir güvenliktir! Güvenlik güçlerinin birinci görevi, ülkenin ve ülkedeki yurttaşların her açıdan güvenliklerini sağlamaktır. Sınır güvenliği, mal ve can güvenliği ve pazar güvenliği bu kapsamdadır. Bu aynı zamanda egemenliği de güvenceye almak anlamına gelir.

2-Can güvenliği dendiğinde de insanların can güvenliği temel alınır. Bu olgu insan temelli bir “türcü” yaklaşımdır. Bu insan temelli şoven yaklaşım öteki canlıları dikkate almadığı için objektif değildir! Oysa bilimsel olan, tüm varlıkların can güvenliği veya varlığının (cansızlar da dikkate alınarak) güvenceye alınmasıdır. Zaten sermaye sahipleri önce kendi can güvenliklerini, sonrada sahip oldukları varlıkların güvenliğini güvenceye alırlar. Bu özü korumak için sınıfsal güvenliği, sınıflar üstü bir ambalajla sunarlar. Bu sunum demagojik bir sunumdur ama sözcüğe yaygınlık kazandırdığı gibi, canından başka(emeğinden başka) varlığı olmayanları da kapsıyormuş gibi yanılgılı bir algılamaya neden olur! Bu şekilde bir eşitsizlikler dengesi kurulmuş olur(!) Çünkü işsiz ve aç olan insanların can güvenliklerinin sağlandığını iddia etmek hiç anlamlı gözükmemektedir. Çünkü aç ve işsiz kalmamak da güvenlik şemsiyesi kapsamında olmalıdır!

Güvenlik algısı kişilerin konum ve koşulları ile ilgilidir. Kişisel konumlar belirleyici olunca, kaçınılmaz olarak sınıfsallık olaya damgasını vurur! Varsılların en büyük güvencesi, yaratmış oldukları sistemdir. Her sistem kendisini yaratan sınıfın ideolojisini yansıtır. Yani, egemenlerin yaşama ilişkin tasarımlarını yansıtmakla kalmaz; elindeki ideolojik aygıtlarla bunu genel çoğunluğa da benimsetmiş olur. Bu süreçte yaratılmış olan kurumlar ve kuruluşlarda egemenleri gözeten hukuk sistemi güvencesinde yaşama geçirilir.

Güvenlik kişiler için olduğu gibi; şirket ve ülkeler içinde gereklidir. Kişinin güvenliği kendi olanaklarının yanı sıra; özgür ve iradi katılımcısı olduğu devletin bireylere yaklaşımı (demokrasi) ile ilgilidir. Şirketler için en güvenli ortam, sınırsız ve engelsiz kazanma olanağı sağlayan ortamdır. Ayrıca şirketin çıkarı ulusal çıkarı dikkate almaz! Buna karşın, devletler her koşulda şirketlerinin çıkarlarını güvenceye alırlar.  Demek ki, şirketlerin çıkarı tüm çıkarların önüne geçmektedir(!) Devlete gelince, sahip olduğu alanın sınırları, güvenlik alanını belirliyor gibi gözükse de; aslında devletin güvenliği, çıkarının olduğu yerden başlar. Yani, güçlü devletlerin çıkar alanları sınırlarının ötesine taşar. Çıkarın söz konusu olduğu alan güvenli olmalı. Bu realite bizi bir başka gerçeğe götürür: Büyük devletlerin çıkar alanları genişleyince; kaçınılmaz olarak bağımlı küçük devletlerin çıkar alanları daralır! Sadece daralmakla kalsa iyi, bağımlı küçük devletin çıkarı tamamen büyük devletin kontrolüne geçer.  ABD’nin Ota Doğu’daki güvenlik algılaması Türkiye’yi silah alımına yönlendirmektedir. Silah almak yerine tüm komşularımızla iyi ve dostane ilişki kurmanın maliyeti her koşulda silaha verilecek olan milyar dolarlardan çok daha az olacağı gibi; silah için gözden çıkarılacak olan bu miktar yatırımlara yöneltilirse büyük ölçüde istihdam sağlar. Dolayısıyla, resmi rakamlara göre her dört gençten birinin işsiz olduğu bu ülkede daha yararlı bir iş yapılmış olur. Zaten şu anda bize düşman olarak gösterilmeye çalışılan İran ile 1639 (Kasr-ı Şirin Antlaşması) yılından buyana çatışmalı bir sorun yaşanmamıştır! Yani kıt kaynaklarımızı silaha yatıracağımıza ki; o silahlarla bölgede ABD’nin çıkarlarını korumamız istenmektedir, kendi yararımıza kullanmak daha akılcı olur.

Her koşulda ülke yararını ön planda tutan akılcı politikalar uygulandığını söylemek mümkün gözükmemektedir. İşte böyle bir yapıda sıradan vatandaşların güvenliklerinden söz etmek pek olası gözükmemektedir. Çünkü güvenlik sadece can güvenliği olarak algılanmamalıdır. Sosyal güvenlik insanlığın en büyük kazanımlarından biri idi…