Gü­nü­müz dün­ya­sın­da, bir yanda “İnan­cı­mız tam!”
“Şu de­ğer­li ho­ca­mı­za gö­nül­den ina­nı­yo­ruz.”
“Ben bu fikre so­nu­na kadar ina­nı­yo­rum.” di­yen­ler var.
Aman efen­dim; bu­yu­run içe­ri­ye, İna­nan­lar Ku­lü­bü’ne hoş gel­di­niz.
Kay­gı­lan­ma­yı­nız, ken­di­ni­zi yor­ma­yı­nız; bu­ra­da sor­gu­la­ma yok. Dü­şün­ce mi? O da ney­miş?
Geç­miş yüz­yıl­lar­da Rene Des­car­tes adlı ada­mın biri demiş ki:
“Dü­şü­nü­yo­rum, öy­ley­se varım.”
Bunun üze­ri­ne mil­yon­lar­ca kişi top­la­nıp:
“Ben de ina­nı­yo­rum, öy­ley­se hak­lı­yım,” de­me­ye baş­la­mış.
İşte o gün­den beri, “dü­şü­nen­ler” azın­lık, “ina­nan­lar” ço­ğun­luk...

Bu bağ­lam­da biz de so­ra­lım: İnanan Kim­dir?
İnanan kişi odur ki asla sor­gu­la­maz, kuşku duy­maz.
Çünkü "bir büyük" onun ye­ri­ne çok­tan dü­şün­müş­tür.
O, yal­nız­ca onay­lar, yü­cel­tir ve ge­rek­ti­ğin­de öf­ke­le­nir.
Dü­şün­ce­ye değil, "hazır fikre" bağ­la­nır.

İnan­mak ko­lay­dır çünkü:

Ge­rek­çe­ye gerek yok­tur.

Kanıt ara­mak­la kişi uğ­raş­maz .

Dü­şün­mey­le asla beyin yo­rul­maz!

İşte bun­dan do­la­yı İna­nan­lar Ku­lü­bü, ol­duk­ça ka­la­ba­lık­tır.
Aylık top­lan­tı­lar­da çay var­dır, ama soru so­rul­maz.
Çünkü soru, inan­cı bozar.
O yüz­den ina­nan­lar yanıt değil, “ça­re­siz­li­ğe sı­ğı­na­cak bir şeyh, şıh ya da yaşam koçu” arar.
Yine so­ra­lım: Dü­şü­nen Kim­dir?
Dü­şü­nen kişi, önce kuşku duyar.
İnan­dı­ğı­na değil, dü­şün­dü­ğü­ne tu­tu­nur.

Sar­sıl­mak­tan kork­maz. Da­ha­sı dü­şün­ce sars­maz­sa ra­hat­sız olur.
İna­nan­la­rın “kesin doğ­ru­lar” de­di­ği şey­le­re o, “ge­çi­ci hi­po­tez­ler” der.
Dü­şü­ne­nin işi zor­dur çünkü:

An­la­şıl­mak­ta ge­ci­kir,

Ka­la­ba­lık­lar­da susar,

Ço­ğun­luk­la da yal­nız kalır.

Ama hep ak­lıy­la baş ba­şa­dır.
İçinde slo­gan/söy­lem değil, dü­şün­ce yan­kı­la­nır.
O, karar ve­rir­ken “dü­şün­dü­ğüm için bu so­nu­ca var­dım” der. “İnan­dı­ğım için” değil…


İnanan, kendi inan­cıy­la ka­lır­sa sorun yok. Ama…

“Benim inan­cım senin ha­ya­tı­na ka­rı­şır” di­yor­sa,

“Benim doğ­ru­la­rım senin var­lı­ğı­nı teh­dit eder” di­yor­sa,

“Dü­şün­mek haram, itaat farz­dır” di­yor­sa…

O an dü­şün­ce değil, kör inanç ik­ti­dar­da­dır. İşte o an, tarih ki­tap­la­rı yan­ma­ya baş­lar.
La­bo­ra­tu­var­lar bo­şa­lır. Kü­tüp­ha­ne­ler ye­ri­ne min­ber­ler, kür­sü­ler, ek­ran­lar ko­nu­şur.


Bunca ina­na­na kar­şın; yine de gü­nü­müz­de dü­şü­nen­ler varsa, onlar yal­nız de­ğil­dir. Belki azın­lık­ta­dır­lar ama yal­nız de­ğil­ler­dir.
İna­nan­lar Ku­lü­bü’ne giriş çok ko­lay­dır, sa­yı­sal çok­luk var­dır, bu ne­den­le ses­le­ri gür çıkar, onlar çok gü­rül­tü yapar. Buna kar­şın; uzun dö­nem­de ger­çek kar­şı­sın­da, doğ­ru­lar kar­şı­sın­da on­la­rın inan­dık­la­rı saç­ma­lık­lar hep boşa çıkar.

Ama Dü­şü­nen­ler Der­ne­ği’nde üye­li­ğe ka­tıl­mak daha zor­dur, buna kar­şın daha say­gın­dır, daha de­ğer­li­dir. Çünkü bu der­nek­te; ege­men olan, üstün olan; akıl­dır, dü­şün­ce­dir, bil­gi­dir. Üs­te­lik bu der­nek­te ge­çer­li olan de­ğer­ler; inan­dı­ğı­nı değil, dü­şün­dü­ğü­nü söy­le­mek­tir. Bu­ra­da de­ğer­li olan; dog­ma­tik inanç­la­rı değil, ak­lın­la ir­de­le­di­ğin, sor­gu­la­dı­ğın, araş­tır­dı­ğın dü­şün­ce­yi söy­le­mek­tir. Bi­lin­me­li­dir ki inanç sor­gu­ya da­yan­maz, oysa dü­şün­ce sor­gu­dan bes­le­nir. Uy­gar­lık da dü­şü­nen­le­rin var­lı­ğıy­la ge­li­şir.
İna­nan­lar­la, dü­şü­nen­ler ara­sın­da bo­ca­la­yıp duran bu ül­ke­de; dü­şü­nen be­yin­le­rin ço­ğal­ma­sı di­le­ğiy­le...