Yurtseverler ülke eşiğini geçerek dünya ailesine katılırlar. Yurtseverlik, pozitif gelişim çizgisinde ülke sınırını aştığında, insan severliğe evrilir. Bu tek başına yetmez; değer bilirlik tüm varlıkların var olma gereğini kavramaktır. Farkındalık, birlikteliğin ön koşuludur. Birliktelikler, yaşam kolaylaştırıcısı olduğu kadar, sorun çözmenin de en gerekli ön koşuludur. Kültür, her koşulda yaşam biçimini belirler. Kültürlü toplumlar gelişmiş olan ve sürekli olarak gelişme potansiyeline sahip olan toplumlardır.
Bizim aklı evvellerimiz, kalkınmaya ilişkin sorunlar tartışılırken şu öneride bulunurlar; “Yabancıların bilim ve fennini alalım, yaşama biçimlerini(kültür) almayalım(!)” Bu, kendi içinde çelişkiler barındıran bir aymazlıktır. Oysa kültür, söz konusu bilimin kaynağıdır. Ve bir de kültür, insanlığın ortak değeridir. Bu ortak değerlerden bütün insanlar, olanakları ölçüsünde yararlanmalıdır. Ortak değerleri yadsıyanlar, özünde kendilerini yadsımış olurlar. Bu olumsuz olgu, çağdaşlıktan yoksun olma halidir. Oysa tüm olanaklar, insanlık eliyle tüm varlıklar lehine kullanılmalıdır.
Sorun, bazı olay ve olgulara doğru cevapların verilememesinden kaynaklanıyor. Otorite olmayacak olan otoritelerin ya bir cevap vermiş olmak için verdikleri cevaplar ya da çıkarlarına yarayacak cevaplar vermeleri ile ortaya çıkıyor. Genellikle hazırcılığa alışkın olan yığınlar bu gibi saçma sapan yanıtları doğru kabul ederek yanlış yola giriyorlar! Benzeri yanlışlar tüm varlıkların yaşantılarını olumsuz olarak etkiliyor. Sonuçta gelip anti laik konumlanmaya çörekleniyor ki; bunun adı cehalettir ve toplumun geri kalmasıdır. Hal böyle olunca da egemenler bu gibi cahil bıraktırılan yığınları çıkarları için tepe tepe kullanıyorlar. Ve hatta bilinçsiz yığınları kendi çıkarlarının önüne set olarak dikiyorlar. Yani o bilinçsiz yoksullar, kendi yararlarına olabilecek gelişmeleri engellemiş oluyorlar(!) Bu ucuz savunmayı sürekli olarak kullanabiliyorlar. İşte bu noktada laikliğin anlam ve önemi bir daha net ve açık olarak ortaya çıkıyor. Laiklik, inanç temelli yaşam kurgularını bozarak; akla ve mantığa dayalı insan temelli bir yaşamı olanaklı kılıyor. Aynı zamanda, kendi inancını özgürce yaşamasına olanak tanıyor. Bu arada, hak ve menfaatlerini de kavrıyor.                                                                                                                                    Ülkenin stratejik öneme sahip varlıkları yabancılara satıldığında tepkisiz kalanların vatanseverliği tartışılır hale gelir. Türkçe yerine başka bir dilin kullanıma sokulmasını öneren yaklaşımların ülke çıkarına olduğu söylenebilir mi? Neden, nasıl, niçin, kim ve niye gibi sorular, yaşamımızın olmazsa olmazlarıdır. Bu sorular sorulmadan ve sorulara yanıt aranmadan; kendilerine aktarılan bilgileri doğru kabul ederek, doğru yolu bulmak mümkün değildir! Zaten yeni süreçler, değişimlerle yoluna devam eder. Bu değişimler, gereklilikler ve zorunluluklar bileşenidir. Çağını yaşamakla, çağında sürüklenmek aynı şey değildir. Birinde bilinç egemen iken, ötekinde sürü psikolojisi egemendir. Tekrarı sürdürmek kolaya kaçıştır. Asıl olması gereken, değiştirmek dönüştürmek ve yenilemektir. Bunlar uyumun olması gerekenleridir. Ve söz konusu olan yaşama uyumdur. Yaşama uyum, bilinçli güncellemelerden oluşur.
“Örneğin; elektrik, doğalgaz, mazot ve benzine yapılan zamları gündeme getirmenin, seçmen açısından pek fazla bir karşılığının olmadığı görülüyor. Çünkü, seçmen o sıkıntıyı zaten görüyor ve yaşıyor. Özellikle “kararsız’’ olarak tanımlanan seçmen, muhalefet partilerinin “elektriğin fiyatın nasıl indireceği” ya da “mazot fiyatlarının nasıl aşağıya çekeceği’’ni duymak istiyor. (BARIŞ YARKADAŞ)”
Muhalefetin görevi, insanlara yaşadıkları zorlukları anlatmak değil; o zorluklardan nasıl kurtulabileceğinin yolunu göstermektir. Dahası kurtuluşa onlarla birlikte yürümesidir!