Karşılık; herhangi bir şeye karşı, başka bir şeydir. Alınan ile karşılık olarak verilenin en azından eşdeğer olması gerekir. Sadaka veya iyilik, o an için karşılık beklenmeyen bir edimdir. Burada somut olgulardan söz ediyoruz. Fakir Baykut’un sevdiğim bir sözü var; demişti ki, “Türk Milletinin beyni gözünde.” Aslında bu söylem sadece bizleri bağlamaz, tüm insanlar ve hatta bir adım daha ileri gidersek, tüm varlıklar için geçerli olduğunu görürüz. Olay kavrayışla ve somut olgularla ilişkilidir. Basit bir biçimde ifade edersek; somut, fiili olaylarla( çok duyu ile algılanan) ilgilidir. Soyutun düşünebilme ile ilişkisi var. Birisi yaşanan anın karşılığıdır, öteki ise, yaşanabilecekleri(seçenekler) sunar. Birincisi en zorunlulukları (beslenme, barınma, korunma) karşılamayı sağlar, öteki de; istenir ve beklenirleri. Bu gereklilikler, yaş ve eğitim faktörlerini devreye sokar. Küçük yaşta olanlar ve onlarla denk düşünce yetisine(yetmezliğine) sahip olanlar, soyut düşünemez. Bu nedenle bir kısım emekçilere kendi çıkarlarını anlatmak güçtür. Tıpkı bunun gibi, küçük yaştaki kişilere dini eğitim vermek sakıncalıdır. Birincil sakınca, düşünme yeteneklerini körelterek seçenekleri azaltır. Çocuğu geliştirecek olan şey, özgürce hareket edebilmesi ve seçenek kullanabilmesidir. Uyumak istediğinde uyur, oynamak istediğinde oynar. Bu edimler karar vermeyi, seçenek üretmeyi ve özgürce seçmeyi sağlar.
Soyut olarak düşünenler, algılarla yol ve yöntem belirler; soyut düşünme yetisinden yoksun olanlar, ancak gördükten sonra(somut) değişebilirler. Soyut düşünmenin öncülleri, üretirken başka gelecekleri görebilme yetisidir.
Bütün bunları anlatmamın nedeni, sadece verilenleri değil, verilenler karşılığında nelerin alındığını görebilmektir. İkinci adım, verilenin hangi kaynaktan karşılanacağına bakmak gerekir. Bu duruma açıklık kazandıracak bir özdeyişimiz var, der ki; “Kaz gelen yerden tavuk esirgenmez!” Bu söylemi somutladığımızda, şu açıklamayı yapabiliriz; bize tavuk verenler(herhangi bir şey), karşılığında bizden kaz( daha büyük değerler) almaktadırlar(!)
Özellikle emekçilere verilenler hangi kaynaktan karşılanacaktır? Devletin vatandaşlarından aldığı dolaylı ve dolaysız vergiler dışında gelir elde ettiği kaynaklar var mı? Bu noktada devletlerin hangi varlıklarının olabileceğine bakalım:
1-Vatandaşlardan alınan vergiler, 2-İçeriden ve dışarıdan alınan borçlar, 3-Devletin ürettiği hizmetler karşılığında, işlem yaptıranlardan aldığı harçlar, 4-İktsadi faaliyetlerden elde edilen gelirler, 5- Mal ve hizmet satışlarından ede edilen gelirler, 6- Menkul ve gayrimenkullerden elde edilen gelirler, 7-Dış ülkelerde, bazı faaliyetlere katılımı nedeniyle elde edilen gelirler, 8- Para basmak. Bunlar, devletlerin olanaklarıdır.
Devlet, olanaklarını kullanırken, ağırlıklı olarak bazı kaynaklara yüklenir ise; süreç içinde kaynak yıpranabilir veya tükenir. Bir ülkede vergiler adil olmazsa, gelir dağılımının adil olması mümkün değildir. Sürekli olarak vatandaşlardan almak(vergiler yoluyla), sonuçta vatandaşları tüketir. Bu tükenmek nasıl bir şey derseniz, yaşama ilişkin sorunlara bakmanız gerekir. Elektrik, akaryakıt ve gıda maddelerine gelen zamlar, yığınları zor durumda bırakmıştır.
Başta emekçiler olmak üzere bazı kesimlere ekonomik olarak bir şeyler veriliyor. Bu verilenler ağırlıklı olarak tek kaynaktan(vergiler) sağlanmaya çalışılıyor. Yani, bizden kaz alıp, bize tavuk veriyorlar(!) Bu saptama gerçeği tam olarak karşılamıyor. İşini kaybedenlerden alınıyor ama onlara bir şey verilmiyor! İşte, soyut düşünmenin burada devreye girmesi gerekiyor. Bize verilenler bizden alınıyor ise; bu işlemden biz zararlı çıkıyoruz. Tavukla kaz denk değil, işte bunun görülebilmesi için soyut düşünmek gerekir. Halk söylemiyle; “Karlı dağdan kar bağışlama…” ağalığı yürümüyor!
Orta kesim, beklemediği bir düşüşle, çok yadırgadığı bir alana savruluyor! Oysa orta kesim, sistemin taşıyıcı kolonlarını barındırır. Rıza üretimlerinin oluştuğu bu alanda tökezlemeler, sistemi tartışılır hale getirir. Egemenlerin dayandığı tabandaki sarsıntılar, yönetilemez ligi işaret ediyor. Özellikle ekonomik sıkıntılar(paylaşım alanının daralması), egemenlerin en sadık kitlesini derinden sarsıyor. Görmezler kitlesinin gözü açıldığında, ilk görecekleri; haksızlıklar, yolsuzluklar ve adaletsiz paylaşım olacaktır! Tencerelerden başlayan bu sarsıntı, birilerinin suyunun ısınmakta olduğunu işaret ediyor gibi.