*Bir sokakta gece yürürken çevrenize kaç kez baktığınız, gerçekte o kentin kime ait olduğunu söyler.

Yüzyıllar boyunca kent, erkek deneyiminin izleriyle biçimlendi. Haritalar çizildi, sokaklar döşendi, ışıklandırmalar yapıldı  ama bunların hiçbiri “kadın gözünden” okunmadı. Kent planlaması, kendisini hep nötr bir zeminde tanıttı; oysa bu “nötrlük”, erkek normlarının evrensel onaylanmasıydı. Bu normlar kadınları hep yok saydı.

Gerçekte kent, cinsiyetsiz değil; derinlemesine cinsiyetli bir yapıdır. Kaldırımların genişliği, alt geçitlerin loşluğu, parkların güvenlik algısı, gece ulaşımının erişilebilirliği... Tüm bu unsurlar, kentin hangi bedenleri barındırdığına ve hangilerini dışladığına ilişkin sessiz ama etkili bir anlatıdır.

Kadınlar için kent, yalnızca bir alan değil; sürekli tartışma ve çatışma içeren  bir güvenlik protokolüdür. Geceleri yürürken çantayı daha sıkı kavramak, telefon tuşunda hazır beklemek, köşe başında hızlanmak… Bunlar bir yaşam biçimi değil, bir savunma pratiğidir. Ve bu savunma hali, kadının değil; kent tasarımının yetersizliğidir.

Bugün  birçok kentte, kreşler çalışma saatlerine uygun değildir. Bebek bakım odaları alışveriş merkezlerine hapsedilmiştir. Kamu tuvaletleri erkek erişimine daha kolaydır. Yaşlı kadınlar, asansörsüz binalarda çocuklarıyla birlikte yalnız bırakılmıştır.

Bütün bu ayrıntılar, rastlantı değil; erkek egemen bir kent tasarımının ürünüdür. Kent, kadınların varlığını değil, yokluğunu varsayarak yapılandırılmıştır.

Peki neden?
Çünkü kentleri planlayan, tasarlayan, yöneten masalarda kadın yoktur. Mimar olarak yok, ulaşım uzmanı olarak yok, karar verici olarak yok. Ama kadına öğüt veren çok: “Gece çıkma”, “Yalnız yürüme”, “Giyinişine dikkat et.”

Oysa sorun, kadınların dikkatli olup olmaması değil; kentin onları kapsayıp kapsamadığıdır. Kent bir beden gibi işler. Yollar damarlar, kavşaklar sinir uçları gibidir. Eğer bu bedenin duyarlılığı, yalnızca bir cinsiyet için düzenlenmişse, orada toplumsal adaletten söz edilemez.

1970’lerden bu yana feminist hareketler, "Take Back the Night" ki Türkçesi ile  "Geceyi Geri Al" söylemini dile getirerek kadınlar  yalnızca bir saat dilimini değil, bir hak alanını istiyor. Çünkü  geceye çıkmak, sokakta var olmak, yalnız ve ürkmeden yürümek; bunlar kadınlar için  yalnızca güvenlik sorunu değil, varlık sorunudur.

Gece kimin?
Bu sorunun yanıtı, o toplumda kimin görünür, kimin suskun olduğunu da söyler. Gece, erkek için özgürlükse; kadın için neden tehdittir? Eğer bir kadın gece evine dönmek zorundaysa, o kent yarımdır.

Toplu taşıma saatleri azaldığında evine kapanan kadın, yalnızca bireysel bir geri çekiliş yaşamaz. Aynı anda kamusal alan da sessizleşir. Çünkü kadın çekildikçe kent daralır, ses eksilir, çeşitlilik yitirilir. Kamusal özgürlük, yalnızca sokakta olmakla değil; sokakta eşit var olabilmekle ilgilidir.

Kadınlar için yaşanabilir bir kent nasıl kurulur?

Kadın dostu bir kent; pembe otobüsle, reklam broşürüyle ya da 8 Mart kutlamasıyla kurulmaz. Onun temeli; gündelik yaşantının içindeki somut eşitliklerle atılır.

Bir düşünelim ve sorgulayalım. Şu sorulara evet yanıtı verebiliyor muyuz?

  • Yaya yolları bebek arabaları ve tekerlekli sandalyelerle geçilebilir mi?

  • Gece sokaklar aydınlık, güvenlikli ve kameralarla korunmuş mu?

  • Kreşler, kadınların iş yerlerine yakın ve ulaşılabilir mi?

  • Kadınlar yalnız başına parka gidip bankta oturabiliyor mu?

  • Kent konseylerinde, geceye ve güvenliğe ilişkin söz hakkı olan/bu konuda söz söyleyen/sorunları dile getiren yeterince kadın var mı?

Eğer bu sorulara yanıt “hayır” ise; o kent kadınlar için değil, erkekler için yapılandırılmıştır. Çünkü kimin kentte daha rahat, daha görünür, daha özgür olduğu; kentin cinsiyetini belirler.

Kent; yalnızca taş, asfalt ve beton değildir. O, aynı anda bir ideolojidir. Eğer bu ideoloji eşitlikten yana değilse; o kent, yalnızca erkeklerin kenti olur.

Kenti dönüştürmenin ilk adımı, kenti kimin tasarladığına bakmaktır. Eğer eller çoğullaşmazsa, diller de susar.

Geceyi geri almak, yalnızca kadınların değil; bir toplumun özgürlüğünü geri almasıdır. Üstelik bu özgürlük; ancak kentin her bir köşesinin kadınların ayak sesleriyle yankılandığı bir anda gerçekleşebilir.  Sonuç olarak; kent hakkı, kadın- erkek her iki cins için de eşitlik hakkıdır.