Köyden gelenler eğitildikten sonra tekrar köylerine gönderildiler. Mevcut yapılar, kendilerinden olanları yadsımadı. Dahası bu eğitimli insanlar köylerin iç dinamiklerini harekete geçirdi. Fakir Baykurt bu olguyu şöyle ifade etmişti; “Türk Milletinin beyni gözünde!”
“İş içinde öğrenen, yönetime katılan, yapılanları değerlendiren, sorumlu, yapıcı, yaratıcı, çevreci, eşitlikçi bir kültür oluşturuluyordu. Koca koca yapıları yapan, haftalık gazete çıkaran, köylerden pek çok şey derleyen, saz çalan, tarımda ve hayvan yetiştirmede donanımlı öğretmen, eğitmen, sağlıkçı köye gittiğinde bunları uygulayacaktı.” (Kadir İncesu-Birgün)
“Dünya eğitim tarihine “iş yöntemini” armağan etmiştir. Hep karıştırılır; bu yaparak yaşayarak öğrenme yöntemi değildir. İş yönteminde bir şeyin (örneğin masa, sandalye vb.) modelini değil kendisini yapmaktır asıl olan. Yapacak ve kullanacak… Sonra yönetime katılma. Genellikle cumartesi toplantılarında yapılmıştır. Sonra öğrencilerin tüm yeteneklerini ortaya çıkarıp ona göre eğitim etkinlikleri düzenleme de özgündür. Bu etkinlikler sonucudur ki bu kurumlardan ressam, yazar, ozan, sporcu, şarkıcı, besteci gibi çok değişik alanlarda öğrenci yetişmiştir. Tüm bunların uygulanması sonucunda gelişen kişilik eğitimi de önemli bir noktadır. Özellikle iş yöntemi ile başarmanın tadı alınır, kendilerine güven artar ve bağımsız bir kişilik oluşur.” (Kadir İncesu)
Yaşama ilişkin sorunların çözümü teknolojik gelişimin ilk ve ilkel basamağıdır. Sorun çözenlerdeki çözüm potansiyeli harekete geçirilir. Her çözüm, bir basamak yükselmekle sonuçlanır. İş yaparken öğrenme ve üretirken yönetime katılma işin can alıcı noktasıdır. Üretken kişiliğin oluşturulması; özgüvenle girişimciliğin birleştirilmesi yadsınamaz! Bu olgu, yeni toplumsal önderlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Statükocuların karın ağrısı bu noktada başlamıştır. Bu çatışma ülke yararını yok sayanlarca Köy Enstitülerinin kapatılmasıyla son bulmuştur(!)
“Köy çocukları için önümüzde açılan tek pencere, tek kapı, tek yol… Sonra bu yoldan geçenlerin köylere atanmalarıyla yeni kuşakların okuma olanaklarına kavuşması. “Köyün içinden canlandırılması” olarak özetlenebilecek, her yönden köyün uyanması ve kalkınmasının öğretmen, sağlıkçı, eğitmen, ebe, tarımcı yetiştirilerek hedeflenmesi dünyada ilk kez yapılan bir atılımdı. Bu kurumlarda iş yöntemi, özgür kişilik gelişimi, demokratik yönetim gibi pek çok yeni eğitim atılımının denenmesi ve başarısı da dünyayı kendisine hayran bıraktırdı.
Yalnızca değindiğimiz şu konuları bile alt alta yazıp topladığımız zaman “tüm yetenekleri ortaya çıkarılarak eğitilmiş bağımsız kişilikli insan” çıkar ortaya: Özgür, özgeci, toplumcu, üretici, insancıl, doğacı, yapıcı, yaratıcı… İşte köy enstitülerinin anlamı budur bence. (17/04/2025- Kadir İncesu, BİRGÜN)”
Geleceğe, özgürlüklere, katılımlara, dayanışarak öğrenmeye ve üretmeye, aydınlık yarınlara açılan bir pencere idi Köy Enstitüleri. Uluslaşma sürecinin motor gücü olarak, en kısa süre içinde toplumu dönüştürmeyi başardı. Kırsal alanların pazara erişimini sağladı. Üretimi yeterlikten çıkararak, ülke yeterliğine taşıdı. Sonuçları itibariyle ülke kendine yeter hale geldi. Bu aynı zamanda ülkenin bağımsızlaşmasının temelini oluşturdu. Hiçbir başarının cezasız kalmadığı gelişmemiş yapılardaki güzel şeylerin düşmanı çoktur. Doğal olarak bu süreçte halkın yanında olmayanlar Enstitülerinde karşısında oldular.
“1940 yılından başlayarak, tarım işlerine elverişli geniş arazisi bulunan köylerde veya onların hemen yakınlarında Köy Enstitüleri açıldı. Türkiye'de seçilen şehirlerden uzak ancak tren yollarına yakın tarıma elverişli 21 bölgede köy ilkokullarına öğretmen yetiştirmek üzere açılmıştı. Öğretmenler köylülere hem örgün eğitim verecek, okuma yazma ve temel bilgileri kazandıracak hem de modern ve ilmi tarım tekniklerini öğretecekti. Öğretmenler gittiği yörelerde bilinmeyen tarım türlerini de köylülere öğretecekti. Kitaba deftere dayalı öğretim yerine iş için, iş içinde eğitim ilkesi tatbik ediliyordu. Her köy enstitüsünün kendisine ait tarlaları, bağları, arı kovanları, besi hayvanları, atölyeleri vardı. Derslerin %50'lik bölümü temel örgün eğitim konularını içeriyordu. Geri kalanı ise uygulamalı eğitimdi.” (Özgür ansiklopedi, Vikipedi.)
Anadolu’nun kırsalını yaşam merkezine dönüştüren bu eşsiz proje, karanlık güçler tarafından yok edildi. Oysa eğitim yaşamın her alanında üretimin gelişmesinin, kalkınmanın, gelişmenin ve sorun çözmenin kapılarını aralamıştı. Eğer bu aydınlanma girişimi karanlık güçlerce boğulmasaydı; ülke yaşamın her alanında kendi sorunlarını çözebilme gücüne erişecekti. 1954 yılında Köy Enstitüleri kapatıldı ve öğretmen okullarına dönüştürüldü. Öğretmen okulları, Köy Enstitülerinin birikimini devralarak yoluna devam etti. Bir şeyler değişirken, birçok şey değişmedi. Ben Cilavuz Öğretmen okulundan 1964 yılında mezun oldum. Enstitülerin devamı olduğumuzun tanığıyım. İçinden geçmekte olduğumuz süreç; eğitim ve öğretimin anlam ve önemini gözler önüne sermektedir. Bu “paran kadar eğitim” süreci bugün liselilerin ayağa kalkarak direnmesine neden olmuştur. Hiç kuşkusuz bu genel gidişin ayrılmaz bir parçasıdır. Ülkemiz bir sorunlar yumağına dönüştürülmüştür ve bu sorunlar içinde eğitimin payı mutlaka görülmelidir!...