Avrupa Birliği’nin 2050 yılına kadar net sıfır emisyon hedefi, uzun süredir kamuoyuna bir umut, bir vizyon, hatta bir uygarlık projesi olarak sunuluyordu. “Yeşil Mutabakat” adıyla paketlenen bu büyük dönüşüm, dijitalleşmeden tarıma, enerji üretiminden ulaşım politikalarına kadar her alanı kapsayan devrimsel bir süreç gibi anlatıldı. Ama görünen o ki, bu projenin temel dayanaklarından biri olan ormanlar, bu kadar yükü taşımaya hazır değilmiş.
Son veriler ürkütücü. Reuters kaynaklı habere göre, Avrupa ormanlarının karbon emme kapasitesi son yıllarda %30 oranında azalmış. Neden mi?
Elbette ki artan ağaç kesimi, orman yangınları, kuraklık ve zararlılar nedeniyle... Bir başka deyişle doğanın dört bir yanından gelen uyarılar artık “gürültü” değil, gerçek bir çöküş senfonisi... Ama biz duyarsız, sorumsuz, bilgisiz insanlar; hâlâ ormanları “karbon yutağı” sanıyoruz.
İklim krizine karşı doğayı yalnızca “fonksiyonel bir araç” olarak görmek, çağımız insanının en büyük kibridir. Çünkü ormanları bir karbon süpürgesi gibi görmek; onların yaşayan bir ekosistem olduğunu unutmak demektir. Oysa ormanlar yalnızca karbon yutmaz; aynı anda yaşamın çeşitliliğini, toprağın direncini ve su döngüsünü de dengeler.
Ama ne yazık ki AB başta olmak üzere pek çok kalkınmış ülke, doğayla ilişkisinde hep bir “borçlu-alacaklı” mantığıyla hareket etti:
Biz karbon salalım, orman emsin.
Biz tüketelim, doğa tolere etsin.
Biz büyüyelim, toprak katlansın…
Bu mantığın sonu işte şimdi karşımızda: Doğa artık borç ödemiyor. Çünkü iflas etti.
Sonuç olarak iklim krizinin yeni kurbanı; ormanın kendisi oldu.
İronik ama gerçek:
İklim krizine karşı kullanılan ormanlar, artık bizzat krizin mağduru haline geldi. Aşırı sıcaklar, kontrolsüz zararlılar, uzun süreli kuraklıklar… Tüm bu etkenler; ormanların yalnızca karbon emme değil, var olma kapasitesini de tüketiyor ve unutmayalım: Yangınlar yalnızca ağaçları değil, AB’nin iklim politikalarını da yakıyor.
Bu saatten sonra hangi orman, hangi karbonu, ne kadar süreyle emebilir?
Bazıları bu tabloyu görünce “O zaman teknolojiye abanırız, karbon yakalama tesisleri kurarız” diyor. Oysa sorun yalnızca teknoloji değil; yaşam biçimi.
Eğer kentlerin betonla boğulma tutum ve davranışları "sürdürülebilir" olacaksa/diğer bir deyişle betonlaşma önlenmeyecekse, eğer tüketim toplumları daha çoğunu daha hızlı isteme açgözlülüğünden vaz geçmeyecekse, eğer karbon emisyonlarını “telafi” etme mantığı sistemin ana dayanağı olarak kalacaksa — ormanlar değil, biz yanarız.
Ormanların tükenmesi, yalnızca AB’nin değil, hepimizin elindeki “doğal kozun” azaldığını gösteriyor. Bu artık bir alarm değil, bir çöküş uyarısı...
Artık doğaya “görev yüklemek” değil, doğayla birlikte yaşamanın yollarını aramak gerekiyor.
Karbon nötr kentler değil, tüketimden arınmış toplumlar; teknoloji temelli çözümler değil, ahlaksal ve siyasal dönüşüm gerekiyor.
Çünkü doğa artık sinyal vermiyor.
Doğa artık yanıt vermiyor.
Doğa yalnızca geri çekiliyor.
Ve biz o sırada, hâlâ rakamlarla konuşuyoruz: “%30 düşüş varmış…”
Doğa ölüyor; farkında mısınız?
Kaynak: Çevre TV Haber Merkezi, 30 Temmuz 2025 – Reuters üzerinden derlenmiştir.