Proletaryanın günümüzdeki görünümlerinden biri bu adla adlandırılıyor. Hiç kuşkusuz bu isim değişimi bünyesinde bir takım farklılıkları barındırıyor. Niteliğe ilişkin olan bu değişimler belirginleşirken; yeni bir form ortaya çıkıyor. Bu değişimi karşılayan ve vurgulayan sözcük prekaryadır. 
Aslında burada bir yeni sınıf oluşumundan söz ediyoruz. Yenidünya düzeninin düzensizlikleriyle birlikte, pandeminin kaçınılmazlıkları bu yeni sınıfı doğurmaktadır. Bu iki temel olgunun üzerine bir de yoğun ve kontrolsüz bir göç olursa, o zaman işin içinden çıkmak daha da zorlaşır. Yaklaşık olarak yedi(7) milyona yakın işgücü mevcutlara katılmış. Bunların bütününe yakını kayıt dışı çalıştırılmaktadır. Bu kayıt dışılık, örgütlülüğü (sendikalaşma) tahrip ederken, ücretlerin düşmesine neden olmaktadır. O kadar ki; ülkedeki ortalama ücret, asgari ücret düzeyinde kalmaktadır. Aynı zamanda sermayeye çok geniş bir hareket alanı sağlamaktadır. İnsan hakları ile ilgili olarak hiçbir endişesi olmayan kesimler emeğin gırtlağını sıkmaktadır.
Emekçilerin milli gelirden aldıkları pay, geçen yıl %39 iken, %35’e düşmüştür(şimdi daha da düşmüş olabilir). Emek kesimi açısından büyüme değil, küçülme söz konusudur. Normalde emekçilerin ulusal gelirden almaları gereken pay, %60 olmalıdır. Genel çoğunluk dikkate alındığında (nüfusun % 90’ı için), yoksullaştıran bir büyümeden söz edilebilir. Bu olgu, normal koşullarda ve normal devletlerde rastlanmayacak olgulardandır. Böyle bir durum demokratikliğin en temel ilkeleri ile çelişir. Hukukun üstünlüğü her koşulda gözetildiğinden dolayı bu gibi durumlarla karşılaşılmaz. Kurumlar işletilir, ilkeler gözetilir ve yerleşmiş değerlere saygı duyulur.
Proletaryanın bu farklılaşan bölümünün farklı biçimde adlandırılması fazlaca yadırganmamalıdır. Sınıf olgusu, yaşamı sürdürme kaynaklarıyla olan ilişkiler dolayımında şekillenmektedir. Bu oluşumda süreklilik kadar, kurumsallaşmada çok önemlidir. Kurumsallaşan yapı hukuki dayanağını, ilkelerini, yönetim biçimini de oluşturur. Bu oluşumlar hukukun üstünlüğü ile çağdaşlıkla ve demokratiklikle ve hatta laiklikle bağdaşmaz. Bu nedenle yeni oluşan sınıfların kalıcılığından söz etmek güçleşir. Özellikle kaybedenler kesiminde biriken öfke dalgasının, tüm engelleri yıkarak yerle bir etmesi her an için olasıdır(!) Yani gelişmeler bunu kurgulayanların kontrolünden çıkabilir. Derme çatma yapılar eninde sonunda çöker. Yapı çökünce, altında kimlerin kalacağı kestirilemez!
Prekarya: Günübirlik işlerde çalışan, çalışma güvenceleri olmayan ve sosyal güvenlikten yoksun olan emekçi yığınlarıdır. Bu yeni sınıf, üretken şeyler yapmadan ulusal gelirden büyük paylar alanların yaratmış olduğu dip dalgaların sonucudur. Bu negatif yansımayı besleyen yığınla kaynak var. En başta örgütsüz lük, işsizlik, ekonomik sorunlar, hukuksuzluk, adaletsiz paylaşımlar, kayırmacılık ve bunlara ilaveten nedeni pek anlaşılmayan kontrolsüz göçler güvencesiz kesimi çığ gibi büyütmektedir. Altı(6) milyon kişilik sokak çalışanından söz edilmektedir(!) Bütün bu olumsuz oluşumlar yeni ve farklı bir denge kuruyor.
 Doğadaki bütünsellik dikkate alındığında, varlıklar arasında kaçınılmaz olan ilişkilerin var olduğu görülür. İlişkilerin tekil varlıklar üzerindeki etkisi, etki yoğunlaşmasıyla ilişkilidir. Yani bir noktaya birden fazla değişken eş zamanlı olarak güç uygularsa, değişim kaçınılmaz olur. Her değişim yeni dengeler kurarken; kaçınılmaz olarak yeni dengesizliklerde kurar. Bu dengesizlikler en belirgin olarak, paylaşımlarda görülür. Özünde tüm varlıklar, doğadaki yaşamın(kaynakların) paydaşlarıdır. Bu paydaşların hepsi de yaşamdan payına düşeni almalıdır. Özellikle insanların düzensizleştirmeleri, varlıkların var olma haklarını olumsuz olarak etkilemektedir.
Prekarya ve aracılar sınıfı, bu olumsuz gelişmelerin kaçınılmaz sonuçlarındandır. Bu iki oluşumu önceleyen bir de ruhbanlar sınıfı var. Ruhbanlar üreten veya üretken değil, sadece tüketenlerden oluşuyor. Tükettikleri maddi değerler ki, o egemenlerin uygun gördükleri kadardır. Egemenler bu belirlemeyi, kendilerine kazandırılanları dikkate alarak yapmaktadırlar. Toplumda sorunlar ne kadar artarsa, onlara o kadar çok iş düşer. Rıza üretici olan bu kesim her zaman varsılların yanında yer alırlar. Eğitimli ve bilinçli özgür bireylere duydukları öfke, varlıklarını sorunsuz olarak sürdürme istemlerinden kaynaklanmaktadır! Eğitime ve eğitimlilere düşman olmalarının nedeni onları, olası çıkarlarını engelleyecek unsurlar olarak görmelerindendir. Ruhbanların yapıcı değil yıkıcılığının en yakın örneği FETÖ’dür(!)
Laiklikten uzaklaşınca, ruhbanların işi ve işlevi artar. Buna paralel olarak ulusal gelirden aldıkları pay da artar. Doğa boşluk kabul etmez. Devletin boşalttığı alanları bazı örgütlü güçler doldurur. Devletin kuruluş süreci, ulusal istencin en yüksek olduğu andır. Bu süreç için devletin toplum karşısındaki işlevinin pozitif olduğu söylenebilir. Devlet kuruluşla ilgili bazı aşamaları geçince, yönünün pozitif olduğunun söylenmesi güçleşir. Bu nedenle devlet tercihini kullanarak boşalttığı alanları, bir takım güçler doldurur. Hiç kuşkusuz, burada belirleyici olan, toplumsal güçler dengesidir. Laiklikten uzaklaşmak, demokratiklikten, hukukun üstünlüğünden ve kurumsallıktan uzaklaşmak anlamına gelir. Bu olumsuz gelişme, beklenmedik şeylerin ortaya çıkmasına neden olur. Yeni sınıflar böyle bir üründür!