Şiir gerektiği anda, ihtiyaç duyulduğunda, özlendiğinde veya istendiğinde başvurulan bir kaynaktır. Şiirde katılımcılık var, paylaşım var ve dayanışma var. İstendiği an kullanılabilir oluşu da bir ayrıcalıktır.
Şiir yaşama ilişkin özgün bir anlatım biçimidir. İlginçliği, duyarlıklardan ve farklı anlatım biçiminden kaynaklanır. Özenli ve etkili anlatım, katılıma çağrı içerir. Özünde kullanılan sözcükler, iletişim kapsamında yer alan ve ortak kullanımda olan sözcüklerdir. Şiirde öne çıkan, aynı malzemeden farklı ve ilginç şeyler üretebilmektir. Bu olguyu Melih Cevdet Anday şöyle vurgular; “bilinen sözcüklerle bilinmeyenlerin söylenmesidir” der. Üretme olgusu ister istemez yaratıcılık içerir; bu nedenle sanatçı yaratılan değil, yaratıcı olandır. Yaratıcılık(ustalık) algı etkisini güçlendirdiği gibi; üretilen yeni sözcük ve anlatımlarla dili zenginleştirir. İletilere ivme kazandırdığı gibi, yayılmasını da artırır.
Şiir varlıklara özgü hallerin yazı ile resimlendirilmesidir. Dahası, istem ve beklentilerinde dillendirilmesidir. Yani, şiir; güzeli daha güzel kılma eylem ve girişimidir. Vecdi Sayar bir köşe yazısında şiire ilişkin şu bilgiyi aktarır; “çakıl taşları üzerinden akan su sesi”. Şiir dinlenir ligini bu özelliğinden almış olabilir. Şair Oğuz Tümbaş, şiirin Arapçadaki anlamını şöyle sıralar; “anlamak, duyumsamak, sezmek, sezmeyle bilmek”.
Şiir yazıldığında yazarının, yayınlandıktan sonra ise; okurlarının ve insanlığın ortak değeri olur. İlgili kişiler, şiirden payını konum ve koşullarına göre alır. Sevilen ve benimsenen bir şiir, onu benimseyene özgü bir hale dönüşür. Kişi gerek duyduğunda, anlatımlarına şiirle renk katar.


Ustalardan dizeler paylaşalım:
“Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket, bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benziyen toprak,
        bu cehennem, bu cennet bizim.”

NAZIM HİKMET.

  “Terketmedi sevdan beni,
   Aç kaldım, susuz kaldım,
   Hayın, karanlıktı gece,
   Can garip, can suskun,
   Can paramparça...
   Ve ellerim, kelepçede,
   Tütünsüz uykusuz kaldım,
   Terketmedi sevdan beni...”  

AHMET ARİF.

“Zaman akar, zaman geçer,
Zaman zindan içinde;
Biz mapusta gürül gürül yatardık
Yılan çıyan içinde.
Getirdiler ite kaka bir yiğit,
Ayak çıplak”                        

ENVER GÖKÇE.


“damda birlikte yatmışız
öküzü hoşça tutmuşuz
koyun değil şu dağlarda
san kendimizi gütmüşüz
hor baktık mı karıncaya
kırdık mı kanadını serçenin
vurduk mu karacanın yavrulusunu
ya nasıl kıyarız insana”                        

HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL.


nasıl iş bu
her yanına çiçek yağmış
erik ağacının
ışık içinde yüzüyor          

ATİLLA İLHAN.


Nazım Hikmet ile son noktayı koyarken, tüm insanlara ve insanları, onlar adına yönetenlere çağrımız olsun; ÇOCUKLAR ÖLDÜRÜLMESİN, SAVAŞLARI DURDURUN! Barışın bahçesi olsun dünyamız. Kardeş insanlarla, arkadaş hayvanlarla, dost bitkilerle ve kucağında yaşam bulduğumuz doğayla birlikte, barış içinde yaşayalım. Bu dünya hepimize yeter! Dünlerde kalmış baharı, sönüyor çiçekleri denizin./Karaya konuk olmaya başladı martılar…


“Benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kâat gibi yanan çocuk.

Çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler.”