(SİYASETİN BARONLARI –AĞALARI )

Biraz politik ol kardeşim, hep doğruları söylemek zorunda mısın !?

Nabza göre şerbet vermezsen siyasetçi de olamazsın zaten…

Ha… gittiğin yer körse, sen de bir gözünü kırp siyasetEN

Bildiğin doğruları kendine sakla, olur olmaz yerlerde çenen açılmasın SiyasetEN…

Suya sabuna dokunma, gerekirse hep kirli kal siyasetEN…

Parti liderin ne diyorsa doğrudur, sakın ha, karşı görüş belirtme siyasetEN…

Gerekirse dünkü tükürdüklerini bugün iyice yala yala yut siyasetEN…

Yok, aslında birbirimizden farkımız ama biz siyasetEN böyle konuşuyoruz…

Bu yazı da öylesine siyasetEN bir yazı zaten…

***

Siyaseti, siyasetçiler yapsın dedi siyasetçi ağası…

Herkes kendi işine baksın diyerekten…

İşçiysen işçi kal,  köylüysen köylü kal, memursan da memur kal, ne işin var senin siyasetle diyerekten…

Biz de böylece siyasetin nasıl bir meslek olduğunu çoktan anladık zaten !...

Konya Milletvekilliği ve uzun yıllar Ankara Valiliği yapmış Nevzat Tandoğan’ın(1904–1946) dediği gibi: “Ulan öküz Anadolulu! Sizin milliyetçilikle, komünizm ile ne işiniz var? Milliyetçilik lâzımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var: Birincisi, çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek. İkincisi, askere çağırdığımızda askere gelmek.(1944 yılında tutuklanıp huzuruna çıkarılan Osman Yüksel Serdengeçti’ye söyledikleri)

***

Siyaset ve politika eş anlamlı gibi kullanılıyor ama kökeninde ve anlam örtüşmelerinde farklılıklar var.

Siyaset, Arapça kökenli bir kavram ve kökeni at eğitimi anlamına geliyor. At bakıcısı anlamındaki “seyis” de bu kökenden türemiştir. Politika ise Yunanca kökenlidir ve şehir anlamına gelen “polis”ten türemiştir. Şehir devleti ile ilgili işler anlamındadır.

Her iki kavramı bir bileşik anlam altında toplarsak: Devlet işlerini düzenleme ve yürütme ile ilgili bir etkinliktir diyebiliriz…

Süreç içinde bu iki kavramın anlamlarında kaymalar olmuş, toplumlar da bu kavramlara farklı anlamlar yüklemişler...

***

Şimdi de biraz politik olalım, siyasetEN…

Niçin zırt pırt her şeye karışıyorsun ve ortalığı birbirine katıyorsun, biraz politik ol kardeşim… Politik ol ve kazan… Kaz gelen yerden tavuğu esirgeme… Konuşacağın yerde konuşma, itiraz edeceğin yerde itiraz etme, doğruyu söyleyeceğin yerde politik olman gereği sus…

Siyaset, bir dönem Türk - İslam geleneğinde Devleti yönetme sanatı olarak algılanmış ve Devlete karşı işlenen suçlar veya kamu düzenini bozanlar için verilen cezaları ifade etmek için de “SiyasetEN Katl-i Vacip” denilmiştir. Şimdi bu ifadeyi özgür bir düşünceyle nasıl açıklayabileceğiz siyasetEN!

Bir işi siyasetEN yapmak ve bir olay, bir gelişme karşısında politik olmanın bugünkü toplumsal anlayışımızdaki karşılığı: İşin özüne, doğrusuna inmemeye, gerçekleri göz ardı etmeye dayanarak siyasi çıkar sağlamaya dayanıyor… Bu durum elbette toplumdan topluma ve toplumların kültürel düzeylerine, özgürlük ortamlarına göre de değişiyor…

***

Her neyse şimdi de Felsefeye bulaşalım SiyasetEN…

Felsefe deyince biraz tırsıyorlar siyasetçiler…

Öyle ya, felsefe siyaseti ve siyasetçileri bir araç olarak kullanarak sorguluyor, aklınızı başınıza alın diyor… Bu yüzden çoğu siyasetçiler felsefeyi sevmezler ama siyasetEN seviyor gözükürler.

Elbette Siyasetin bir de Bilimi var. Siyaset bilimi mevcut olgularla ve süreçlerle ilgilenirken; siyaset felsefesi olanları eleştirir ve sorgular. Siyaset Felsefesi, olması gerekenleri ortaya koyar ve siyaset bilimine de yol gösterir…

Siyasetin olabilmesi için insanların, toplumların ve devletlerin olması gerekiyor. Felsefe sorgulamaya; Devlet ne için vardır diye başlar. Bu bağlamda siyaset felsefesi etiğin ilkeleriyle de sıkı bir ilişki içinde olur. Devleti temel bir kavram olarak ele alırken özgürlük, egemenlik, mülkiyet, hak, adalet gibi kavramlarını da devlete bağlı olarak sorgular…

***

Felsefe sorgularken günümüzün siyasetçileri de bu tür sorgulamalara hep karşı olagelmişlerdir. Bu yüzden diktatörler, tek adamlar, oligarşiler, despotlar, krallar, padişahlar felsefeye iyi gözle bakmazlar ve gelişmesini de istemezler… Ülkemizde de bir felsefesizlik var. Felsefesizliğin felsefe olduğu bir anlayış var…

     Devlet, insanların mutluluğu için vardır. Mutluluğun yolu da özgür düşünmeden, eşit haklara sahip vatandaş olmaktan, kendini güvende hissetmekten, kendini geliştirecek olanaklara sahip olmaktan geçer…

İnsanoğlu, kendisinin korunması, yüceltilmesi, aç açık bırakılmaması, bu dünyada onurlu bir şekilde yaşaması, üretmesi, eğlenmesi, bilime sanata yönelmesi için devlete verdiği yetkinin karşılığını istemekte elbette haklıdır… Devletler, verilen bu yetkinin neresindedir…

     Önümüzde bir seçim var. Devletin bizi insanca yaşatması için ona siyaseti partiler kanalıyla bir yetki vereceğiz… Anahtar bizim elimizde gibi gözükmektedir. Yaşadığımız süreçte bize kazık atanlara bu seçimde hayır diyecek miyiz?  Sandığa giderken beynimiz özgür olacak mı, yoksa korkulara, belirsizliklere, beynimize ekilmiş kalıplara, algı operasyonlarına esir mi olacağız…

     Siyaset bir felsefedir ve biz bu felsefenin neresindeyiz… Siyaset yapmaktan kaçınıp; ülkenin yönetimini siyasetten nemalananlara, siyasetlerini babadan oğula devredenlere; seçimden seçime halkı hatırlayanlara mı teslim edeceğiz. Verdiğimiz yetkileri takip edecek, sorgulayacak, eleştirecek düzeyde miyiz, yoksa uyku halinde miyiz?

Siyaseti, siyasetçileri ve düzeni sorgulamaktan korkmayınız… Siyaset sorgulayanların düşüncelerinden gerçeğe, doğruya yönelir…

***

Bir özür borcumu belirtmek istiyorum. Buraya kadar okumuşsanız; “Siyasetin baronlarına- ağalarına pek değinmedim. Yazım uzamasın diye bu konuyu başka bir yazıma aldım.

Görüşmek üzere…