"Kadınlar, doğayı yaşatarak yaşamı sürdürür."
diyor Vandana Shiva.Peki biz, yaşlılarımızı yaşatıyor muyuz? Yoksa yalnızca sabırla ölmelerini mi bekliyoruz?
Geçtiğimiz günlerde siyaset arenasından yükselen soğuk bir cümle yankılandı kulaklarımızda:
"Yaşlılar uzun yaşadığı için emekli maaşları düşüyor."
Bir başka deyişle açık, açık dendi ki:
“Yaşasaydınız ama kısa yaşasaydınız, işimiz kolay olurdu.”
Bu sözler yalnızca bir bütçe açığını değil; bir vicdan iflasını haber veriyor.
Ekofeminist düşünür Vandana Shiva’ya kulak verirsek; doğaya yapılan her müdahale, kadına ve yaşama yapılan müdahaledir.
Ben de buradan yola çıkarak şöyle soruyorum:
Bugün yaşlıya yapılan nedir, eğer doğaya yapılanla aynı değilse?
Doğayı kaynak olarak görüp sömüren sistem, yaşlıyı da “verimsiz beden” olarak görüyor.
-
Çünkü artık çalışmıyorlar.
-
Çünkü teknolojiye ayak uyduramıyorlar.
-
Çünkü “çok yaşadılar.”
Ama neyi unuttu bu sistem biliyor musunuz?
Yaşlılar, yalnızca ömürlerini değil; bu ülkeyi, bu toplumu, bu çürüyen vicdanı ayakta tuttular.
Bugün birçok yaşlı sessiz. Beklenti içinde değil.
Ama bu onların mutlu olduğu anlamına gelmiyor.
-
Çünkü yalnızlar.
-
Çünkü görünmezler.
-
Çünkü yaşamak için değil, ölmemek için yaşıyorlar.
Oysa yaşlılık bir hastalık değil, başarıdır.
Doğaya benzeyen tek yaşam evresidir:
Sessiz, derin, bilge ve kırılgan…
Vandana Shiva’nın “kadınlar doğayı yaşatır” dediği gibi, yaşlılar da toplumun belleğini yaşatır.
Ve bir toplum belleğini yitirirse, hastalığı unutur ama hatasını tekrar eder.
Bu toplum, bu ülke; yaşlılara sadece eczane kuyruklarını, düşük maaşları ve “karışma artık” azarlamalarını mı reva görecektir?
Yoksa onlara şu soruları soracak cesaret var mıdır bu ülkede, bu toplumda?
-
“Bize ne öğretebilirsin?”
-
“Seninle ne paylaşabilirim?”
-
“Seninle yaşamak neye benzer?”
Vandana Shiva’nın dediği gibi:
"Yaşamak, direnmekse; yaşlılık, hayatta kalmanın en onurlu biçimidir."
Bugün bir yaşlıyı görün. Onun ellerine bakın.
O ellerde, bir ülkenin, bir çocuğun, bir evin, bir sofranın izi vardır.
Bu izler yalnızca yaşanmışlık değil; yaşam hakkının mührüdür.
Ve yaşlılar uzun süre yaşadıkları için değil, bu ülke ve bu toplum onları daha iyi yaşatamadığı için suçludur.