Yaşam, gereksinimler karşılandığı sürece sürdürülebilir olandır. Gereksinimleri karşılamak, bilgi ve birikim gerektirir. Kültürün en kısa tanımı; kültür bir yaşama biçimidir. Yaşama biçimi; üreterek yaratarak ve taklit edilerek sürdürülür. Gereksinimler doğaya, iklime ve içinde yer alınan toplumun konum ve koşullarına göre değişir.
Yaşamda her varlık, benzer sorunlarla muhatap olur. Beslenme, barınma ve korunma varlık sürdürmek için gereklidir. Daha üst bir aşama olan, kendini gerçekleştirme yaşama ivme kazandırır. Değişim ve dönüşümler bu kapsamda yer alır. Tüm varlıklar içinde geleceğe ilişkin ön görebilirlik yetisi bazı bireylerde mevcuttur. Bu bireyler toplumu değiştiren güçler arasında yer alır. Genelde yaşam gereksinimleri aynı olmasına karşın, bireysel farklılıklar, değişimlerin belirleyicisi olur. Sürü değişmez, sürü değiştirilir(!)
Birey kendi kendine yettiği oranda bağımlılığı azalır ve özgürleşir. Özgür bireyler, yetmezliklerini akıllarını kullanarak aşabilirler. Özgür olmayan bireylerin yetersizliklerinin karşılanmasında her şey olur ama akılcılık yeterince olmaz(!) Bu nedenle neyin, ne kadar ve nereye kadar olabileceği hakkında bir fikirleri yoktur. Ellerine geçeni (merdiven altı öğrenmeleri) çare olur umuduyla dipsiz çuvala doldururlar. Soyut düşünemeyenlerin bagajları aktarılmış gerçek dışı ve yanlış şeylerle dolar. Bu gereksizler, kesinlikle sorun çözmez ama çözüm erteler(!) Çözülmeyen sorunlar ortadan kalkmaz ve toplumsal kangrene dönüşür. Bu olumsuz gelişme tüm olabilirlikleri ortadan kaldırdığında, geride leke gibi yaşama düşen bir cahiller yığını kalır! İşte bu kelimenin tam anlamıyla bir toplumsal kanserdir! İnsanlar en çok, en az bildiklerine; göremediklerine ve hiçbir zaman göremeyeceklerine inanırlar. İnanmak aldatılabilmenin eşiğidir. Bu inandıklarını da inanç olarak kendilerinden sonra gelenlere aktarmanın çabası içinde olurlar(!) Dilimizde olan bir söylem der ki; “Fidan yaş iken eğilir.” Bu söylemi temel olarak alanlar, kendilerince çocukları eğitmeye yönelirler. Ve onların eğdikleri fidanlar hiçbir zaman bellerini doğrultamayıp, odun olarak kalırlar!...
Yetmezlik, varlıklarla ilgili olan ve doğal olan bir şeydir. İlkel düzeyde varlık sürdürümü için dayanışmanın ve birlikteliğin zorunluluğu yaşanılarak öğrenilenlerdendir. Çözüm, sorunun ardılıdır. Sadece çözümü üretecek bir beyine gerek duyulur. Toplu yaşamın bir avantajı olarak eğim ve öğretim bu noktada devreye girer. Farklılıkların ayırdında olanlar, olaylara farklı yaklaşabilirler ki, bu tür yaklaşımlar alışmışlıkları aşmaya kapı aralar. Farklı bakan farklı düşünen ve bu doğrultuda çözüm üreten beyin, yetmezlikleri aşmanın olmazsa olmazıdır.
Bilim, akılcı çözümler üreten ve bu süreçte araç kullanmanın yol ve yöntemlerini belirleyen bir disiplindir. Beyin ise; uygun yerde, uygun zamanda ve en uygun aracı kullanarak istenir sonuca ulaşan bir düzenektir. Bu eşsiz aygıt yetmezlikleri aşmak için kesinlikle gereklidir. Yetmezlikleri aşmanın olmazsa olmazı, özgür düşüncedir. Gözlem ve deney, bilimselliğin temel dayanağı ve ilk basamağıdır. Bunlara birikimleri (kültür) eklediğimizde bir çözüm seti ortaya çıkar. Somut olay ve olgulardan elde edilen bilgiler ışığında soyut düşünce ve kurgular, olabilirlikler setine dahil olur. Düşünme potasına düşen şeyler için uygun ortamlar bulunduğunda çözümler gündeme gelir. Fakir Baykurt şöyle demişti; “Türk milletinin beyni gözünde.” Bu sav tüm insanlar için geçerlidir. Soyut, olabilirlikleri irdeler; somut ise çözüm üretir. Öngörebilmek, soyut düşünceyle ilgilidir. Nesneler arasındaki ilişkileri ve sebep ile sonuç arasındaki nedensellikleri irdeleyip çıkarsamada bulunmak soyut düşünceyle ilgilidir. Soyut düşünmeyen insan, yetmezliklerini dogmalarla tamamlamaya çalışarak kendini sakatlar! Çünkü tabular yaşamın ayak bağıdır! Somut çözümün anasıdır fakat her koşulda soyut bir babaya ihtiyaç duyar…