Birikim, bölüşüm ve yönetim sistemleri, toplum dinamiklerini belirlemektedir. Bu cümle tersinden söylendiğinde de aynı doğruya ulaşılır. Toplum dinamikleri; yönetim, brikim ve paylaşım biçimini belirler. Toplum dinamikleri, ideolojik iklimi yaratır. Bu iklim, toplumun önde gelenlerinin istedikleri ve hatta planladıkları bir yapıyı işaret eder. İdeoloji, istem ve beklentiler toplamı olmasına karşın; sadece onu üreten sınıfı etkilemez, sınıf bilincinden yoksun olan emekçileri de etkiler. Bu nedenle varsılların maddi varlıklarını koruma görevini yoksullara yüklerler. Egemenlerin çıkarlarını, ülke çıkarı ve kendi çıkarları olarak benimsetirler. Yoksullarla zenginlerin aynı partilerde olmaları, böyle bir çelişkinin yaşama yansımasıdır. 

Birikim, üretimle ilişkilidir. Birikimin oluşma biçimi değişebilir. Mal veya hizmet üretildiğinde, elde edilenlerin tüketilmeyeni birikimdir. Tüketilmeyen kısma tasarruf deriz. Bu noktada bölüşüm devreye girmektedir. Bölüşümü belirleyen, toplum dinamikleridir. Toplum aktörleri, birikimlerden veya gelirlerden(vergilerde aynı kapsamdadır)güçleri oranında pay alırlar. 

Üretim temelli birikimler kurumsallaşmayı ve örgütlenmeleri gündeme taşır. Sendikalar böyle bir sürecin ürünüdür. İnanç temelli örgütlenmeler paylaşım biçimini ve birikim biçimini belirler. Bu biçimin çağdaş olduğu söylenemez. İnanç temelli örgütlülükler bağımlılıkları doğurur. Yurttaşlar ve özgür bireyler sönerken, kişiler öne çıkar(!) Böyle bir yapılanmada, öncelikle özgürlükler ve laiklik elden gider.  

İnanç temelli örgütlenme, inanç temelli paylaşımı ön plana çıkarır. Paylaşım biçimi de birikimi belirler. Birikimler her koşulda birilerine güç kazandırır. Birikim gücü(varlıklar) sosyal statüyü belirler. Her defasında hep aynı kişiler paylaşımdan büyük pay aldığında; kaçınılmaz olarak bir güç yoğunlaşması ortaya çıkar. Güç her koşulda iktidara ortak olur veya bunun yollarını arar. Paylaşımın ve birikimin üretimle olan ilişkisi önem kazanır. Bu somut durum, yeni toplumsal katmanların oluşmasına neden olur. Bu arada, liyakatin yerini sadakatin aldığını da unutmamak gerek(!) Sadakat kaçınılmaz olarak süreç içinde kurumları etkisiz hale getirir. Kurumlar, devletin omurgasıdır. Kurumlarla oynayanlar, önce bağımsızlıklarını ve özgürlüklerini kaybederler!  

Bütün bu süreçleri, üretim azalması ile birlikte; işsizlikle yoksulluk izler. Bu olumsuzluklara bir de kontrolsüz fiyat artışları eklenince; yoksulluk çığ gibi büyür. Evet, görünürde mal kıtlığı yoktur fakat kitlelerin bir şeyler alabilecekleri paraları yoktur. Maliyet enflasyonu, yığınların kolunu ve kanadını kırar. Üstüne üstlük, gelen kış ise, hiç aman dinlemez! 

Paylaşımdan doğan haksızlıklarda sorun biriktirir. Milli irade adına tercih kullananların, temsil yetkisinin aksak olduğu unutulmamalıdır.2002 Genel seçimlerinde; AKP, oyların %34,3 ile 363 milletvekili çıkararak Meclis’in %66’sına sahip olmuştur. Baraj altında kalan partiler ve meclise yansımayan oyların toplamı da %46.33’tür. Yaklaşık olarak, seçmenlerin yarısı temsilden yoksun bırakılmıştır(!) Bu noktada başlayan aksaklıklar günümüze kadar sürmüştür! 

Milli iradenin en üst değere ulaşması; kurtuluş veya kuruluş süreçleri ile çakışır. Denetim mekanizmaları yeterli olmazsa, yığınsal adaletsizlikler kaçınılmazdır. İhale yasası her yılda on kez değiştirilmiştir(!) Bu durum istikrarsızlığa ve öngörülemez lige neden olmuştur.  

Eğer, elli yıl geriye gidebilseydik; şu anda bulunduğumuz noktanın elli yıl ilerisinde olabilirdik(!)