Dünlerde yıldızlara bakıp dilek tutardık; oysa son yıllarda yıldız yerine Elon Musk’ın uydularını görüyoruz, gökyüzüne dilek yerine veri gönderiyoruz. Dünya yetmedi; kentleri, denizleri, ormanları bitirdik, artık sıra uzaydaki yörüngede... Avrupa Birliği de “Space Act” diye bir yasa çıkarıyor uzaya yönelik bu saldırganlığa karşın “Uzayı çöplüğe çevirmeyin, yoksa ceza keserim.” demek amacıyla...

Güzel düşünce... Ama soralım; uzayın trafik polisi ya da çevre müfettişi kim olacak? Görev bitince atmosfere düşüp yanan uyduya mı, yoksa her saniye veri pompalayan milyarlarca cihazımıza mı “çöp üretme” diyeceğiz?

Dünya üzerinde plastik torbayla savaşıp, gökyüzünde mega takımyıldız kurmak ironik değil mi? Karbon ayak izini azaltıyoruz diye karbon fiber roket fırlatmak da neyin ne'si? Ormanlardan ağaç kesip, Mars’da orman hayali kurmak; insanlığın yeni özlemi mi?

Kuşkusuz AB’nin niyeti doğru; yörüngede düzen kurmak, kirliliği yönetmek, Musk gibi “uzay baronlarının” gökyüzünü ticarileştirmesine yeter, dur demek...

Çünkü bu gidişle okyanuslarda yüzen plastik adaları konuştuğumuz yetmezmiş gibi; yakın bir gelecekte uzayda dönen metal adaları tartışacağız.

Dünya’yı koruyamadık, uzayı korur muyuz? Belki... Ama bilinmelidir ki şu ‘bitmeyen büyüme’ takıntısından kurtulmadıkça, uzayın da çöplüğe dönüşmesi kaçınılmaz olacaktır.

Çocukluğumuzda olduğu gibi yıldızlara bakıp dilek tutmak mı? Geçiniz efendim, geçiniz. Önce başımızı kaldırınca hangi yıldız gerçek, hangisi uydu onu ayırt etmeyi öğrenelim. Bir dilek tutardık ya hani, yıldız kayınca; şimdi yıldız kaymıyor, uydular kayıyor. Musk’ın, Bezos’un, Branson’ın uyduları…

Gök kubbede bir “mega takımyıldız” süzüldüğünde çocuklar sevinçle ama bilinçsizce “anne bak yıldız kaydı” diyor. Anne de gülüyor: “Oğlum o SpaceX’in internet uydusu.” Ne yazık ki çocukluğumuzdaki Ay Dedeli, karanlıkta yol gösteren kutup yıldızlı masallar dönemi bitti, artık gökyüzünün bile bir işletim sistemi var. Yeryüzünde bitmek bilmeyen trafik çilesi vardı; şimdi bir de yörünge trafiği çıktı başımıza... Avrupa Birliği tedirgin ve telaşla diyor ki: “Aman uzayı da çöplüğe çevirmeyelim!” Tamam çevirmeyelim de Dünya’nın her karış toprağı, her damla denizi, her nefeslik havası yetmedi, şimdi uzayda arazi kapma yarışı varken; bu uzay nasıl temiz kalacak acaba?

Çünkü uzayda kolonileşme yarışı çoktandır başladı ama kimse bu yarışı “kolonileşme” diye anmıyor; “keşif” diyerek üzerine bilimsellik kılıfı uyduruyor.

Bunca tedirgin, endişe, kaygı içindeyken insanlık; Mars’a koloni kuracak Elon beyefendi, Ay’da üs açacak Jeff beyzade, Dünya yörüngesine binlerce uydu dizecekler Avrupa Komisyonu da çıkıp diyecek ki: “Trafik çok yoğun, biraz yavaş olun!” Haydi canım sen de! Dijital çağın bu yeni zorbaları, uzayın yasa, kural tanımaz kabadayıları ; kimi dinler ki?

Avrupa Birliği'nin “Space Act” olarak adlandırdığı bu yeni yasaya göre artık uydunun fırlatma planı, geri dönüş bileti, çöpe çıkma takvimi olacakmış. Kirliliğe karşı ceza varmış, siber güvenlik zorunluymuş, ışık kirliliğine sınır varmış. Mış, mış da mış, mış... Güzel de, bütün bu uzaya yönelik saldırıları kim denetleyecekmiş? Kim cezayı kesecekmiş? O çöp uzayda dönüp dururken, kime ulaştıracaksın tebligatı çok saygıdeğer Avrupa Birliği Hazretleri?

Bir de işin bilimsel gerçeği var; Kessler Sendromu denen kabus... Bir uydu çarpışır, bin parçaya bölünür, o bin parça diğer uydulara çarpar, onlar da parçalanır. Dünyadaki karayollarında yaşanan zincirleme trafik kazaları yetmezmiş gibi alın size zincirleme uzay kazaları... Astronotlar istasyonda kapıya kilit vurup Dünya’ya geri dönemeden hurdalığa dönüşen bir yörünge... Kimin elinde olacak süpürge ve çöp torbaları? Kim temizleyecek uzayı; uzayın yeni efendileri, sorumsuz baronları mı?

Elbette sorun yalnızca hurda metal sorunu da değil. Çünkü uzayda yörünge; artık egemenlik hattı... Kim yukarıdan aşağıya veri pompalarsa, o dünyayı yönetir. Uydu interneti, anlık haritalama, savaş gözlemi, iklim verisi, iletişim; hepsi yörüngede dönüyor, dolayısıyla AB’nin “Space Act”i biraz da bu nedenle “Elon’un gökyüzü imparatorluğuna izin vermeyelim.” diyor. İşin gerçeği çevrecilik onların da umurunda değil, onları tedirgin eden jeopolitik sorunlar... Uzayın egemenliği, tıpkı okyanuslar gibi; görünmez sınırlar, askeri koridorlar, sivil maskeler... Bir yanda uzay ajansları, öbür yanda özel şirketler. Çünkü devletler, gökte de vergi peşinde; şirketler, gökte de tekelleşme peşinde...

İşte bu koşullarda birazcık iyi niyetli düşünürsek; belki de “Space Act” geleceğe ilişkin bir günah çıkarma metnidir: “Sevgili Evren, Dünya’yı harcadık, yörüngeyi bari idareli kullanalım. Affola…”

Ne yazık ki kimse tüketim kültürüne dur demediği sürece, ister atmosfere, ister Ay’a, ister Mars’a gidelim; çöp bizimle gelecektir, çünkü asıl çöp insana özgü doyumsuz tüketim alışkanlıklarında gizlidir.

Ben de çocukluğumuzdaki gibi yıldızlara bakmak istiyorum. Tertemiz bir gökyüzü düşlüyorum. Kent ışıklarından, reklam panolarından, uydulardan arınmış bir gökyüzü görmek istiyorum yaz gecelerinde... Ama uydular öylesine parıldıyor ki yörüngelerinde; yıldızları artık çok zor seçiyorum. Çünkü doyumsuz, tüketiminin sınırını bilmeyen insan-soyu; dünyada neresini temiz bıraktı ki, gökyüzünü temiz bırakabilsin ? İşte bizler de havanda su dövüyoruz umutsuzca...