Demokrasi yalnızca sandıkta değil, kentin sokaklarında, alanlarında, mahallelerinde yaşama olanağı bulmalıdır. Ne yazık ki bizde sokaklar asfaltlanır, kamusal alanlar otoparka dönüştürülür ve halk, "katılım" masallarıyla avutulup aldatılır. Ne ara bir eleştirel bir karşı ses yükselse; sahneye kent konseyleri, halk meclisleri ve yerel paydaş toplantıları çıkar. Görünüşte çoğulculuk vardır, ancak gerçekte çokluk içinde tek sesli bir yönetim anlayışı egemendir. Çünkü bizde; yerel demokrasi, yerel katılım, halkın iradesini yansıtan bir haktan çıkarak, yönetenin meşruiyetini onaylayan göstermelik bir uygulamaya dönüşmüştür.

Bir de bu duruma "yönetişim" adı verilir, ama bu model yönetilenin değil, yönetenin konforu için tasarlanmıştır. Yerel yönetim organları birer demokrasi laboratuvarı olmak yerine, sözde demokrasinin makyaj odası konumuna getirilir. Kent konseyleri de bu oyunun en dikkat çekici oluşumlarıdır. Herkesin temsil edildiği ileri sürülür, ancak temsilciler halktan değil, genellikle iktidara yakın çevrelerden ya da tanıdık gruplardan seçilir. Halk adına konuştuklarını söylerler ama halkı gerçekten dinlemezler, halk ne diyor, halk ne istiyor kesinlikle önemsemezler.

Kent konseyleri başlangıçta umut vaat etmişti. Özellikle 1992 Rio Zirvesi ve Gündem 21 belgeleri sonrası ortaya çıkan "katılımcı yerel yönetişim" düşüncesi, Türkiye'de de kent ölçeğinde çoğulcu yapılar yaratılabileceği beklentisiyle karşılandı. Ancak geçen süreçte anlaşıldı ki bu yapılar, halkın güçlenmesini değil, kontrol altında tutulmasını hedefliyordu. Katılımın biçimi vardı ama içeriği yoktu. Bu nedenle "katılım" kavramı giderek bir demokrasi yanılsamasına dönüştü; Meclisler kuruldu ama karar yetkisi sürekli "yukarıda/yönetende" kaldı. Raporlar hazırlandı ama sonuçlar çok önceden belirlenmişti.

Gerçek demokrasi, temsilin ötesinde bir katılım biçimi gerektirir. Diğer bir deyişle, yurttaşın yalnızca seçen değil; karar alan, hesap soran ve yönetime doğrudan etki eden bir özne olması gerekir. Ne yazık ki Türkiye'de yerel demokrasi istemleri ya bastırılır ya da kent konseyleri içinde eritilir. Yerel özerklik ise başlangıçtan beri "bölünme tehdidi" gibi sunulmuştur. Oysa yerinden yönetim, halkın yaşamını ilgilendiren kararların halkla birlikte alınmasıdır. Bu, birliği değil, adaleti güçlendirir. Ancak "yerelde bile egemen olan" merkeziyetçi anlayış; yetkiyi paylaşmaktan değil, denetimden besleniyor.

Bugün kent konseylerine baktığımızda, halk için değil, halk adına yapılan konuşmalar görürüz. O salonlarda konuşulanlar genellikle "önceden belirlenmiş çerçeveler" içinde döner durur. Karşıt sesler dışlanır, katılımcılık ise "onay vericilik" düzeyinde tutulur. Katılımcı olmanın koşulu, muhalif veya karşıt olmamaktır, tersine tutum ve davranışlarda bulunursanız; dışlanırsınız ve böylece demokrasi, katılım değil, itaat üretir hale gelir.

Dahası, "kentdaş" kavramının yerini "yurtdaş" kavramının alması bile bu dönüşümün göstergesidir. Kentdaş; yereldir, sorgulayan ve müdahil/katılımcı olandır. Yurtdaş ise merkezi/genel yönetim için yalnızca yükümlülüklerini yerine getirmesi beklenen birer sayı olarak algılnaır. Bu yüzden bugün katılım, bir hak değil; göstermelik bir "projeye" dönüşmüş durumdadır. Yönetişim, halkı değil; hibe programlarını, strateji belgelerini, göz boyamalık istatistikleri hoşnut etmeye yönelik bir düzenin adı olmuştur.

Bu durumda sormak gerekir:

  • Bu kent konseyleri halk için mi var, yoksa halkın yerine konuşmak için mi?

  • Yönetişim, demokratikleşmenin aracı mı, yoksa neoliberal sistemin meşrulaştırma kalkanı mı?

  • Katılım gerçekten mi teşvik ediliyor, yoksa muhalif görüşler baskı altına mı alınıyor?

Bu sorular, yeni bir başlangıcın kapısını aralıyor. Düşlerden direnişe geçmenin günü geldi. Bu direniş; bilgiyle, ortak akılla ve hesap sorma iradesiyle yapılmalıdır. Yerel demokrasi yeniden tanımlanmalıdır: Göstermelik değil, gerçekçi olmalı; temsili değil, katılımcı olmalı; izleyici değil, özne yaratmalıdır. Üstelik bu özne ki o kentli/kentdaş/yerel halk; yönetişim ve yerel demokrasi bağlamında söz almalı, söz söylemelidir.

Kent konseyleri, belediye salonlarında alkış dağıtan yapılar değil; sokakta halkla birlikte düşünen, karar alan ve uygulayan işlevsel oluşumlar konumuna gelmelidir.