Yaşama ilişkin hallerin görüntülerini sunacak bir gezinti yapalım. İlk konumuz mağdurluk olsun. Mağduriyet; istenmeyen, beklenmeyen ve kabullenmesi güç olan olumsuzluklardır. Öteki varlıklar yalan söyler mi, iftira atar mı, türdeşini zor durumda bırakmak için çaba harcar mı? Şimdilik bu soruların cevabını tam olarak bilmiyoruz. Bu işi en kıvrak biçimde yapanlar insanlardır. Hatta bazı ilginç örnekler için şöyle derler; “Şeytanın bile aklına gelmeyecek şeyler yaptı!”
Mağdur olan kişi bir haksızlıkla karşı karşıya kalan veya haksızlığa uğrayan kişidir. Bunun örnekleri bizde çok. İkna edici gerekçeler sunulmadan suçlanan ve hatta yargılanmadan ceza uygulanan kişilerin olduğu söylenebilir. Konuyu kişiler özelinde tartışmayacağım. Sezen Aksu veya Sedef Kabaş örnekleri yeter sanırım.
Mağdurların kimliğine ve inançlarına bakmadan, ilke olarak haksızlıklara karşı çıkmak gerekir. İlkeler, tekil kişi ve örnekleri aşar. Söz konusu olan somut bir haksızlık olayıdır. Bireylerin temel haklarının gereksiz veya yetersiz gerekçelerle kısıtlanması, her koşulda ve her yerde suçtur. Hele de bu haksızlık, kişi üzerinden toplumu hedef alıyor ise; burada kişinin özel durumu öncelikli değildir. Öncelikli olan haksızlıktır, kimin üzerinden bunun gerçekleştirildiği ayrıntıda kalır.
İnanmak toplumun ortak ve güvenilir kavramlarından biridir. İnandırıcılığın önemi buradan gelir. İstenir olan, inanılan şey veya şeylerin doğruluğu ve geçerliliğidir. İnanmanın objesi insanlardır, bunun dışa yansıması ise davranışlarla gösterilir. Bir kısım insanlar inanır gibi gözükür ancak; inandıklarına güvenmeleri kuşkular içerir. Yanlış yapanlar yaptıklarının etki ve sonuçlarını gördüklerinde bir muhasebe yaparak doğruya yönelmeleri gerekirken, yanlışlarını sürdürmeleri o kişilerin inançlarının sorgulanmasına neden olur. Bu gibi davranışlar, gerçekte inanır gibi gözükerek yanlışlarını sürdürmek anlamına gelir. Kişilerin yargıcı, vicdanlarıdır!
Alışılmış bir yaşamı sürdürmek, her şeyin aynı olması koşuluyla olanaklıdır. İnsan zekâsı, farklılıkları algılayarak değişimler uygulamasıyla anlamlılığını sürdürür.  Yaşamı doğrudan veya dolaylı olarak etkileyen değişkenlerde ortaya çıkacak olan değişimler, istemli farklılaşmaları kaçınılmaz kılar. Sorunsuz olarak veya asgari düzeyde etkilenmelerle varlık sürdürmek; değişim süreçlerine değişerek uyum sağlamakla olanaklı hale gelir. Değişmek, yeniden ve daha güçlü olarak yaşama tutunabilmektir.
Tek tipleştirmek, yok sayma, görmezden gelme eşliğinde baskı uygulamaktır. Varlıklar türleri, türler kendi içinde farklılıkların birlikteliğini oluştururlar. Tür içi her farklılık, yaşamın bir rengine karşılık gelir. Türlerin aynılıkları ile farklılıkları, yaşamın olmazsa olmazlarındandır. Aynılıklarla sınırlanan tek tür, değişime nokta koyar(!) Değişimi dışlayan her yapı, kendini yeniden ve içinde bulunduğu koşullara göre uyarlayamayacağı için, öncelikle kendisini işlevsizleştirir. Yaşamı devingen kılan, aynılıklar değil, farklılıklardır. Bu nedenle farklılık, farkındalık sınırı içinde olmalı ve korunarak özendirilmelidir. Koruma amacıyla iç içe geçen değişimlere karşı çıkış muhafazakârlıktır. Buna karşın, hiçbir muhafazakâr elindekileri titizlikle korurken; varlıklarına yeni varlıklar katmaya karşı çıkmaz. Bunun istisnası manevi muhafazakârlıktır(!) Muhafazakârların değişim yanlılıklarını çıkarları sınırlar! Kör bir muhafazakârlık ile topal bir milliyetçilik; toplumu uçuruma sürükler! 
Hukuk temel hakları yok sayamaz ve onlara aykırı olamaz. Kanun, onu istemeyenlerinde uymak zorunda olduğu; yasa, özgür bireylerin iradi olarak ve isteyerek katıldığı ve yaşama ilişkin haklarla çıkarları gözeten kurallardır. Hukuk egemenlerin süpürgesidir. Gerektiğinde pisliklerini ve ihtiyaç duyduklarında da istemediklerini temizlerler!