“We need to compromise, because people need to live here on Earth and not in fantasies of heavenly life or absolute justice.”
— Yuval Noah Harari
Günümüzün çok üreten, çok çalışan, özellikle de dijital çağ ve yapay zeka için insanları çokça uyaran Tarih Profesörü Yuval Noah Harari’nin bu sözü, modern insanın bitmek bilmeyen “kusursuzluk arayışına” karşı sert ama yerinde bir uyarıdır: “Uzlaşmayı öğrenmek zorundayız, çünkü insanlar bu dünyada yaşıyor; gökte değil.” Cennet hayalleri, mutlak adalet düşleri ya da ideolojik kurtuluş anlatıları... Hepsi, eğer bizi bu dünyadaki sorunlara karşı körleştiriyorsa, birer illüzyona/yanılsamaya/aldanışa dönüşür.
Harari'nin bu uyarısı, gerçekte bizim kadim halk bilgeliğimizin süzülmüş özü olan bir atasözümüzle birebir örtüşüyor:
“Tarlada pirinç ararken evdeki bulgurdan olmayasın.”
Her iki anlatımda da, farklı dillerde ve kültürlerde aynı yalın gerçeği dile getiriyor: Gerçekçi ol. Mevcudu heba etme. Olanaksızı kovalarken, yaşanabilir olanı yakma.
Düşlerle Zehirlenen Gerçeklik
İnsanlık tarihi, çoğunlukla “daha iyi bir dünya” düşüncesiyle başlatılan ama sonunda yeryüzünü cehenneme çeviren deneyimlerle doludur. Dinler cennet vaadiyle bu dünyada itaati kutsarken; ideolojiler, “mutlak adalet” söylemiyle milyonları kurban etti.
Bugünün dijital ütopyaları da aynı tehlikeyi taşıyor. “Yapay zekâ her şeyi çözecek,” “algoritmalar adil olacak,” “veriyle tüm sorunlar ortadan kalkacak”... Oysa bu anlatılar, gökyüzü düşlerinin modern türevleridir. Yeryüzünün çatlağını kapatmaz, tersine derinleştirir.
Uzlaşmak Zayıflık Değil, Bilgeliktir
Harari’nin “uzlaşma” çağrısı, siyasal ya da ahlaksal bir geri çekilme değil; yaşamın sürdürülebilirliği adına yapılan bir akıl tercihidir. Çünkü dünya, mutlak doğru ya da mutlak haklılık üzerinden yönetilemeyecek kadar çeşitli, çelişkili ve karmaşıktır.
Aynı biçide bizim atasözümüz de, yalnızca ekonomi ya da ev düzeni için değil, siyaset, çevre, ilişkiler ve etik için de geçerlidir. Tarlada pirinç (daha anlaşılır sözlerle ulaşılması güç, ideal bir hedef) uğruna evdeki bulguru (yine daha açık bir anlatımla var olan değerleri, kurumları, ilişkileri) yitiren kişi, sonunda hem aç hem yorgun kalır.
Yeni Çağın Sınavı: Kusursuzluk mu, Yaşanabilirlik mi?
İklim kriziyle, toplumsal kutuplaşmayla, algoritmaların yönettiği dijital dünyayla baş etmeye çalışıyoruz. Bu devasa sorunlar karşısında ya “tek çözüm” anlatılarına sarılırız ya da kusurlu ama insansal olan, eksik ama olanaklı olan uzlaşmalara yöneliriz.
Harari’nin önerdiği yol, belki heyecan verici değildir ama sürdürülebilirdir. Tıpkı bulgur gibi: Gösterişli değil, ama besleyici. Yalın, ama yaşatıcı.
Son Söz: Cenneti Beklerken Dünyayı Yakma
İnsanlık, gökyüzüne çokça bakarken yeryüzünü yitirdi. Harari’nin sözü de, bizim atasözümüz de ayakları yere basan bir etik inşa etmemiz gerektiğini hatırlatıyor.
Çünkü temel soru şu:
Düşler mi kurtarır, yoksa sorumluluk mu?
Ve belki de en önemli yanıt:
Bulgur, pirinçten önce gelir. Var olan kaynaklarımızın değerini iyi bilinmelidir.